Bölüm şarkısı: Gaye Su Akyol - Ruhun Ölmüş Senin
Merdivenlerin ucunda beklerken arkamdaki duvarda yaslanarak duran adamın nefes alışveriş seslerini bile duymuyordum. O bu denli sessiz olmayı ikinci bir derisi gibi sahiplenmişti anlaşılan. Bense babamın beş yıldır bizden saklayarak yetiştirdiğini söylediği Fersah'tan çok başkaydım. Beklerken dahi parmaklarımı merdiven tırabzanlarında oynatarak ya da ayağımla bir ritim tutturarak sessizliği bulunduğum ortamdan kovuyordum.
Babamın isteğiyle hepimiz dışarı çıkmıştık. Yanık kapının arkasında milim oynamadan bekliyordu. Odada sadece babam, annem ve Kadir vardı. Yüzükleri atmış olsak da bazı ortamlarda bir araya geliyor, konuşuyor, tekrar kendi yolumuza bakıyorduk. Bizim Kadir'le ilişkimiz nasıl diğer ilişkiler gibi başlamadıysa bitişi de diğerleri gibi olamadı. Onu ilk kez gördüğümde on altı yaşındaydım. Bundan tam dokuz sene önceydi. Annesinin vefat ettiği gün onu baş sağlığı dileyen insanların elini sıkarken görmüştüm. Üzülecek, acı çekecek, belki gözyaşlarına boğulacak fırsatı olmamış gibi bembeyaz bir yüzle dimdik duruyordu. Yirmi yaşındaydı. Annesinin vefat ettiği günden bir önceki gün girmişti hem de yeni yaşına. Bunu daha sonradan öğrenmiştim ve o senenin ardından her yıl kendi doğum günümde pastanın üzerindeki mumları gizlice onunla birlikte üflemiştim.
Babalarımız aynı masanın etrafında oturdukça biz daha çok bir araya geldik. Kadir bakınca bir daha bakmak, sonra hep bakmak isteyeceğiniz bir adamdı. Ben de ona uzun uzun baktım. Annesi için dökemediği gözyaşlarına içim pare pare olurken onunla kapının önünde hiç konuşmadan oturdum. O kapının önünde yan yana otururken bir anda büyüdük sanki. Biz zaten kulağımıza isimlerimiz fısıldandığı anda büyüyerek doğduğumuzu da söylemişler gibi bakardık dünyaya. Bitmeyen işler vardı mesela babalarımızın hayatında. O işlerden omuzlarımıza ne kadarı düşerse taşır, lafını etmez, soluklanmak için söylenmezdik.
Kadir'in ela gözlerinden benim şefkatli sularıma damlayan bir yoğunluk vardı. Saçımı kavrayıp omzumdan geriye atışında isteğine dem vuramamak, isteğine ortak etme gayesi vardı. Onunla olmak benim kusursuz hazırlanan masanın başına geçip oturmam demekti. Ne kadar direnirsem direneyim o masayı bize sormadan zaten hazırlamışlardı. Kadir de geçip kendi yerine kurulunca ben ne kadar aç susuz kalmaya dayanabilirdim ki?
Üniversitede moda tasarım bölümünü kazandığım gün ona bir türlü ulaşamamıştım. Koşturduğunu tahmin ediyordum. Zehirli olduğunu bildiğim çemberin dışında olsaydım onu anlayamazdım, üzülürdüm, benimle daha çok ilgilenmesini beklerdim. Açıkçası ben de tam manasıyla nasıl bir ilişki isterdim ve o ilişkinin içinde nasıl biri olurdum bilmiyordum. Normalim buydu. Kaosun müsaade ettiği kadarıyla sevmeye, sevilmeye alışkındım.
O günün gecesi Kadir evin önüne gelmişti. Beni arayıp dışarıya çıkmamı istediğinde dört bir yanda adamların dikilmesini umursamıyorduk. Biz yıllar evvel yazılmış bir mektubun mürekkep izleri diğer sayfaya bulaşmış gibi harfleri takip ediyorduk. Elimizle yoklayarak doğru harfi buluyor, kelimeyi çözüyor, üzerinden geçiyorduk. Kadir'in arabasına bindiğimde çaprazımızda kalan sokak lambasından vuran ışık sayesinde boş vermişlikle uzayan sakallarını, kemikli ama erkeksi burnunu net olarak görebilmiştim. Ben daha ona hiçbir söylemeden kazandığımı öğrendiğini ele veren bakışlarıyla yüzümü tarayıp gülümsemişti. Tebrik ettikten hemen sonra elleri direksiyonu sıkı sıkı kavramış haldeyken "Bunun için erken olduğunu biliyorum," demişti. "Yine de seninle evlenmek istediğimi bilmen gerekiyormuş gibi hissediyorum. Bunu bil. Senden başkasıyla yürümeyeceğim bir yol olduğunu bil. Sana vurgun olduğumu hep bil."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...