Müslüm Gürses, Gel Bahtımın Kar Beyazı
Annemin bir lafı vardı.
El kapısına düz duvar olan senin kapına vardığında sesini çıkarıyorsa onun yuvası olmuşsundur.
Fersah'ın gözlerine tuğladan duvarlar örülmüş gibi baktığı her insan yabancısıydı. Sanki onun daha önce hiç yakını olmamış, insanlar yakınlarına nasıl davranır bilmiyormuşçasına durgunluğu vardı. Hüzünlü ya da yarasından irin sızdırmak dışında tepkisiz kalmayı seçen bir durgunluk değildi bu. Acıdan kaskatı kesilmiş, acıyı dişlerinin arasında öğütmüş, sindirmiş ve sonra o acıyla yaşamaya alışmış bir insanın durgunluğuydu.
Bir mağaradan farksız görünen mekânın rüzgârı saçlarımı dağıtırken, Fersah'ın varlığını hem nabzımda hem de saçlarımın arasında hissediyordum. Kulaklarımın içinde koridorlar vardı. O koridorların her birinde annemin lafı yankılanıyordu. Kalbime ulaşmakta hiç güçlük çekmeyen kelimelerin büyüsü değil, dua kadar mucizevî bir yanı olduğunu biliyordum.
Fersah'ın yuvası ben olabilir miydim?
Hiç dört duvar görmemiş bir çocuğun yabancı bir eve ayak bastığında etrafa nasıl bakacağını düşünüyordum. Kapkara misketi anımsatan gözleri, onların biraz korkuyla biraz da temkinli bir şekilde çevresini kolaçan edişini hayal etmekten sıyrılamıyordum. Belki de o çocuğun avuçlarında, parmaklarının arasında, kimseye göstermek istemediği yerlerinde yaradan başka bir şey yoktu. Hepsini kurutmuştu, ucu kalkan kabukları mikrop kapar mı diye düşünmeden tırnaklarıyla söküp atmıştı. Asıl mikrop ona değen ellerdeydi. Kimse onu kurtarmak için hiç mi bir şey yapmamıştı?
Burada olmak istemiyordum fakat burada olmaktan başka bir seçenekle yüz göz olacak halde değildim.
Ailemin canını yakan herkes cehennemi tatsın istiyordum.
Ben hiç cennete gitmeyi hayallerine dahi uğratan bir çocuk olmadım. Ellerimi açıp cennete gidebilmek için yalvaran bir insan da olamadım. Büyüdüm, yüzüm yerine oturdu, gözlerim daha farklı bakmaya başladı. Büyüdüm, yani her köşeden azılı düşmanlarımızın çıkacağını öğrendim. Ben bir kez olsun cennette kendime yer bulacağına inanan kesimden olmadım.
Kimsesiz çocuklar cennete daha çok yakışırlardı. Orada ışıltısıyla göz kamaştıran bir ırmak olurdu. Hepsi sevinç çığlıklarıyla o ırmağa kavuşur, birbirlerine ışıltılı sudan atarak oyun oynarlardı.
Ben artık sadece ailemin canını yakanlar değil, kimsesiz bir sokak çocuğunun canını yakanlar da cehennemi tatsınlar istiyordum.
"Şimdi benim adımlarımı takip edeceksin," Fersah'ın fısıltılı sesi kulağıma hafif bir esinti misali doldu. "Gerçek bir mağaraya geçeceğiz. Karanlıkta yürümek zor gelecek ama biraz sabretmen lazım." Sesimi çıkarmadan onu dinliyordum. Verdiği kısa esle beraber benim bir şey söylememi bekledi sanırım. Dudaklarımı iğneyle birbirlerine dikmişler gibi davranmakta ısrarcı oldum. "Cevap ver bana Alabeyli kızı. Bu işi birlikte halledeceğiz. Susmak yok."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...