88

1.5K 160 159
                                    

Emir Can İğrek, Can Dostum

Fersah Cesuroğlu'ndan

Bilmediği her şeyi benden söke söke alacakmış gibi dik, kendinden emin, inatçı duruyordu.

Tüm bunların yanında Tunç'u tanıdığımı öğrendiğinde, gözlerinde birden çok evin camı çerçevesi yerle yeksan olmuştu. Üstelik ağzımı bile açamamıştım daha. Ona anlatamayacağımı çok iyi bildiğim gerçekler vardı. Eğer konuşsaydım daha çok gardını düşürecek gibi bakıyordu bana. Farkında değildi. Görüyordum onu. Beni göremedikçe hırslanan kız çocuğunu da, dik durmaya yemin etmiş kadını da görüyordum ve bu boktan hayatın içinde ilk kez nasıl davranmam gerektiğini düşünüyordum. Hem böyle bir mücadeleye hapsolması acımasızlık gibi geliyordu hem de onun başka türlüsünü yediremeyeceğini bilerek varlığını seyrediyordum.

Aslında varlığına gün geçtikçe daha yakından tanık oluyordum. Korkunç olan bu değildi ama korkunç olan bir şey vardı. İçime batıp içimi kıyı köşe doldurmak isteyen bir şeydi.

Elinde tuttuğu kâğıda bakarken gözleri buğuluydu. Alkol almıştı. Fakat alkolden daha keskin bir acıyla yoğuruluyordu. Gözlerini buğulandıran da en çok o acıydı.

Alabeyli kızı bu gece çay bardağından rakı içmişti. Beşinci kez bardağını doldurmak istediğinde ona bir sınır çizmiştim. Sınırları zorlamayı çok seviyordu.

Yanık hesabı ödemek için ayaklandığında cüzdanını aramıştı ceplerinde. O sırada düşürdüğü kâğıt parçasını gördüm ama müdahale etmedim. Alabeyli kızı kâğıdı tutup kavradı ve kimseye göstermeden avucunda sakladı. Arabaya bindiğimizde küçük kâğıtta yazan yazıyı çoktan okuduğunun farkındaydım. Yanık'a geri vermesini beklesem de bunu yapmamıştı. Yapamamıştı daha doğrusu. Onda böyle hassas bir düşünce yapısı vardı. Yine de duymak istedim. Bu yüzden sordum. "Neden vermedin?"

"Acısını gördüğümü bilsin istemedim." Dili hafifçe yuvarlandı. R'leri bastırarak konuşmuştu. Yanaklarımın içini ısırıp bıraktım. "Sen gördün. Neden sustun?"

Kaşlarını çatıp bir çocuk gibi beni sorgulamaya başlaması gülmeme sebep oldu. Bunu yadırgadığını hissettim. Gülmekten kastım burnumdan bir nefeslik ses çıkmasına yol açmaktı galiba. "Konuşmamı mı isterdin?"

"Bilmem. Ne görürsen gör susacak gibisin," dedi yine r harflerinin üstünde fazla durarak. Bir de gülüyordu. O sahiden gülüyordu. Güzel gülüyordu. "Ne duyarsan duy sağır olduğuna ikna edebilecek gibisin."

Haklıydı çünkü ben kimsenin sırrını ifşa etmezdim. Üstelik gereksizce, manasız bir uzatışla konuşmaktan da hiç hoşlanmazdım. Boş işti bana kalırsa.

"Bu kadar içmemen gerekiyordu," dediğimde  yüz ifadesi değişti. Burnunun kırışmasına neden olacak bir ifadeydi ve ben artık yanaklarımın içine diş geçirmemek için direksiyonu biraz daha sıkı tutuyordum. "Baba görmeden çıkaralım seni."

Yanında ben varken güvende olduğunu hissetmesi şarttı. Baba'nın da istediği buydu çünkü Betül Alabeyli'nin hayatı her zerresi alev almış bir çemberi anımsatıyordu. Birine güvenmek demek o çemberden içeriye almak demekti. Beni içeriye alırsa, bunu gerçek anlamda yaparsa her an sırtından bıçaklanacakmış gibi bakmazdı. Öyle oturmazdı. Öyle yoklamazdı sağını solunu.

Nasıl olurdu? Onu bilmiyordum. Bilmek istiyordum.

Sikeyim.

Bilmek istemiyordum ama bilmek istiyordum işte amına koyayım.

KafesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin