Ibrahim Maalouf, True Sorry
İçimi bir tarlaya benzetiyordum yıldızlara uzaktan bakarken. Tarlanın bir kısmı öyle verimli, öyle göz alıcıydı ki içim kabarıyordu. Tarlanın diğer kısmı ise ölü otlardan, içi çürümüş bitkilerden ibaretti. Yıldızlardan sadece bir tanesine kilitlenip o tarlanın ortasında oturduğumu hayal ettim. Bacaklarımı saran böcekleri umursayacak gücüm kalmamıştı. Benim her yanımdan zehirli böcekler fışkırsa yine de orada oturup her şeyi nasıl düzeltebileceğimi düşünürdüm.
Keşke ellerim dokunduğu yeri iyi edecek iksire sahip olabilselerdi. Onlarla tarlanın her yanını dolaşır, her bitkinin iyileşmesini sağlardım. İçim daha çok kabarırdı. İçim kabardıkça kördüğüme karıştığımı düşünmezdim. Belki de kördüğümün ta kendisinin ben olduğuma da inanmazdım. Bir makas bulup o düğümleri kesmek yerine kolayca çözebilen parmaklarıma gülümserdim.
Benim ellerim dokunduğu yeri iyi edemezdi fakat Fersah'ın ellerinde kimseye izahını yapamayacağım bir büyü vardı. Derisinin altına gizlenen muskaları hiç kimse göremiyordu; ben görmeye açtım, görmekten yılmayacağına inanan her zerremle sızlıyordum.
Göğsümün altında, iki elimle kavrayarak tuttuğum elinin üstüne bastırdım parmaklarımı. Fersah'ın teni gece kadar etkili, yıldızlar kadar seyredilmeye açıktı. Kemikli parmaklarından birini yakalayıp avucumun içine hapsettim ve onun bakışlarının yüzümün kıyılarına çarptığını duyumsadım. Uzandığım yerde, bacaklarımı kendime doğru çekerek dizlerimi kırdım. Fersah'ın yüzü tamamen bana dönüktü. Uzanmak yerine yanımda oturmayı seçmişti.
Birkaç saat önce yaşadıklarımızı atlatmış olmak için duygusuzluğun pelerinini sırtıma asmış olmam gerekiyordu. Ben kirpik diplerim hâlâ ağrırken, gözlerimden oluk oluk yaşlar dökülse rahatlar mıyım diye düşünmeyi bırakamıyordum. Duygusuzluğun hiçbir parçasını üstümde taşımaya müsait biri değildim. Hiç olamamıştım ve olamayacağım da yaşadıklarım kadar gerçekti.
"Bana bu akşam hiç bilmediklerimi anlat," derken çaresizliği ses tellerime sindirmiştim. Gökyüzünden aşağıya düşen kahverengi gözlerimin odağı Fersah'ın göğsümün altında duran eliydi. "Eğer susarsan ben biraz daha öleceğim sanki Fersah."
Kirpikleriyle tenimin kurak arazisini eşelemek niyetindeymişçesine yüzümün sol yanına uzun uzun baktı. "Sen kendine yasak olan her şeye ne çok bağlanıyorsun," diyen fısıltısı kalbimde yuva yapan bir kuşun boynunu büktü. "Kendini ölüme bağlama Alabeyli kızı. O ipleri kopartırken çok fazla şeyi dağıtırım."
Önceden, Fersah'ın varlığından habersizken yani, kendimi her şeyden koruyacak gücümün kemiklerimi istila altına altığını düşünürdüm. Hâlâ bedenimi her savaşın içinden sağ çıkaracağımı düşünecek kadar sapasağlamdım. Sadece küçük bir çocuğun babasının ilgisini çekmek için yapacağı eylemlerin sokağına seksek çizmiştim. Başında duruyor, bir rakamının üstüne attığım taşı izliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...