66

3.3K 462 402
                                    

Ezginin Günlüğü&Hakan Yılmaz, Aykız

Lord Huron, The Night We Met

İçinden bir isim tutturup onu kırk kere tekrar edecek gibi oldu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

İçinden bir isim tutturup onu kırk kere tekrar edecek gibi oldu. Kırkında da her yanını alevden yollar sarmışçasına içi yandı. "Fırat Alabeyli," derken kıpırdadı yine de dudakları. Fırat nehrinin suyu gibi deli akan kanıyla meşhurdu bu isim. Efsaneleşmiş adını genç yaşında yakıp küle çevirmişlerdi fakat soyadı nefes almaya devam ediyordu. Tunç'un dudaklarından sıyrılan soyadının kanında çağlayan kanı simgelediği tüm camia tarafından biliniyordu.

"Seni neden o şekilde öldürdüler?" diye mırıldanırken önündeki çözülmemiş kodlara bakındı. Bir sürü defter, sararmış ve yer yer buruşup yazıları silinmiş kâğıtlar vardı. Onları herkesten saklıyordu. Yitip tükeneceğini hissedene kadar da saklamayı sürdürecekti.

Uzamaya başlayan saçlarının arasında parmaklarını dolaştırdı ve sıkıntılı bir nefes vererek ağır ağır dudağını dişledi. Derisi soyulsa da gıkını çıkaracak durumda değildi. Verdikleri büyük davetten kaçması akla sığmıyordu dışarıdan bakıldığında. Fakat o insanların yüzüne bakmak kimi zaman yaşının yetiremediği bir ağırlığı sırtına bırakıyordu. "Neredesin sen Barak?" diye boşluğa doğru fısıldaması da bundandı. Fersah'ın izini kaybettiği o günden beri etrafındaki insanlara, onların gücüne rağmen dibe battığını hissediyordu. Elinden gelen her şeyi yapıyordu. Yusuf'u düştüğü kuyudan çıkarmak için kafasını çalıştırırken, dönüp durmaktan paslanmış bir makineye dönüşen çarkları yardım çığlıkları atıyordu. Kimsenin duyacağı yoktu bu çığlıkları. "Seni bulsam... Seni bir bulsam ben..."

Ne ara kapattığını anımsayamadığı gözlerini usul usul araladı. Kâğıtlardan birini parmaklarının arasına alıp orada şahin gibi keskin bakışlarını gezdirdi. İbranice yazılmıştı bu yazılar. Okuduğunu anlayabilecek seviyede olsa da kelimelerin arasına başka kelimeler sıkıştırıldığı için çözmek güçtü. Üstündeki ceketi hızlıca çıkarıp sandalyenin üzerine gelişigüzel şekilde koydu. Dirseklerine kadar kıvırdığı gömlek onu boğuyordu ama idare edebilirdi. Serçe parmağındaki yüzük masanın kenarına hafifçe çarparak metalik bir ses çıkmasına sebep oluyordu.

Gömleğinin ikinci düğmesini açtı. Kirli sakalının üzerinde dolaşan ellerinden birini de masanın kenarına yasladı ve sadece bakışlarını düşürdüğü kâğıda odaklandı. Bacağının birini sürekli kımıldatıyor, dizini belli belirsiz top sektirir gibi hareket ettirmeden duramıyordu. "Fırat Alabeyli," diye tekrarladı yeniden. "Senin ismini buraya açıkça yazmış olmaları mümkün değil. Başka bir şey var." İbranice kelimelerden tanıdık gelenleri zihnine işledi. "İhanet." İlki buydu. "Çocuk." İkincisine kaşlarını çatarak baktı bir süre. En nihayetinde üçüncü kelime taşların yerinden oynamasına yol açtı. "Yemin."

Sandalyeye bıraktığı cekete uzanıp onun iç cebinden kalem çıkardı. Boş bir kâğıdın üzerinde kımıldattı kalemin ucunu. Önce yazmadı, birkaç karalamanın ardından siyah mürekkep beyaz kâğıdın üzerinde şekil buldu.

KafesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin