Bölüm şarkısı: Sena Şener - Dostum Değil Uykular
Ağlayınca çok güzelsin.
Gülünce çok güzelsin.
Sen Deva'sın. Sadece bana bakınca bile çok güzelsin. Sen Deva'sın. Kahverengi gözlerin. İnce üst dudağın ve düşük alt dudağın... Öyle bir Deva'sın. İçime atılan mermiler kadarsın. Beni vurdukları yerden sana bağlandım. Beni yaktıkları yerden sana öleceğim.
Elimdeki kâğıdı tutarken ağlamamak için yanaklarımın içinde diş izleri bırakıyordum. Aslında sallanıyordum. Çakırkeyif bir vaziyetin elinden tutup kendime çekmiştim. Susuz içemediğim rakı beşinci ya da altıncı çay bardağından sonra beni sarsmış olmalıydı. Zaten beşinci ya da altıncı bardağım Cafer tarafından doldurulurken dudaklarıma silik bir tebessüm yerleşmişti. Fersah parmağını bardağımın kenarına koyarak kendince belirlediği sınırı Cafer'e göstermişti. Ondan emir almıyorlardı. Yine de benim sarhoş olmamla ya da çok daha doğrusu babamın fırçasını yemekle uğraşmak istemezdi. Bu nedenle Fersah'ın sınırını ciddiye alıp bardağın üçte birini doldurmuştu. Suyu yarısına kadar Fersah doldururken gözleriyle bana bunun son olduğunu anlatmaya çalışır gibiydi. Bu tam bir çay bardağı bile sayılmazdı. Benimle uğraşmamayı öğrenmesi gerekiyordu.
Arabaya binene kadar dilime mühür vurulmuş gibi tek kelime etmedim. Başım dönüyordu. Avucumun içinde Yanık'ın cüzdanını ararken düşürdüğü küçük kâğıt vardı ve parmaklarım artık onu kavramayı reddediyorlardı. Kelimeler açıkça ortadaydı. Yanık'a teslim etmediğim, edemediğim kâğıt sahibinden uzaktaydı.
"Neden vermedin?" Arabayı kullanan Fersah'ın sorusuyla bakışlarımı yüzüne çevirdim. Kendi kendime gülerken gözyaşlarımı çeneme, oradan boynuma akıtma arzusu duyuyordum.
"Acısını gördüğümü bilsin istemedim," diye mırıldandım. Harflerden birinin üzerinde fazla durmuştum sanırım. Kaşlarımı çatarak Fersah'a gözümü kırpmadan bakmayı sürdürdüm. "Sen gördün. Neden sustun?"
"Konuşmamı mı isterdin?" derken burnundan bir nefes vererek güler gibi ses çıkardı. Gözleri kaybolana kadar gülmüş müydü hiç hayatında? Hayal edememek kemiklerimdeki bıçaklardan birinin acımasızca döndürülmesine sebep oldu.
"Bilmem," dedim dürüstçe. "Ne görürsen gör susacak gibisin." Dudaklarım yeniden iki yana kıvrılırken alkolün kanımda cirit atmakta olduğunu farkındaydım. "Ne duyarsan duy sağır olduğuna ikna edebilecek gibisin."
"Bu kadar içmemen gerekiyordu," O sanki benim söylediklerim içtiğim şey yüzündenmiş gibi davranmayı seçerek boynunu sağa sola oynattı. "Baba görmeden çıkaralım seni."
Kaşlarımı hayretle yukarıya kaldırırken sesli güleceğimi zannettim. Avucumu derhal dudaklarıma götürerek bu gülüşü ezdim, yok ettim ve bedenimi hafif yan çevirerek oturduğum için Fersah'a bakmaktan vazgeçmedim. "Sen babama ne dedin?" Kollarımı göğsümde kavuşturarak birbirine bağladım. Sesim bir anlığına babasını paylaşma tehlikesiyle sınanan o ufak kız çocuğununkine benzedi. "Harika. Artık Kılıç Bey demiyorsun öyle mi?" İşi dalgaya vurmaktan başka çarem yokmuş gibi dişlerimi göstererek sırıttım. "Seni nüfusumuza almamızı ister misin?" Şüpheyle gözlerimi kıstım. "Yoksa çoktan halledildi mi o mesele? Bana söylememiş olma ihtimaliniz daha yüksek çünkü."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...