50 oldu. 50. Ağlayacağım. Bu bölüme bol yorum ve oy bekliyorum sizlerden. Sarıldım.
Cem Adrian, Kar
Yorgunluktan etimiz sızladığında evimize dönmek isterdik.
İnsanın dönecek bir evinin olması bu gezegende nefes alıp verirken, en büyük lükslerden biri haline gelmişti ve ben tüm sokak çocuklarını içine sığdırabileceğim bir ev inşa etmenin hayaline kapılmıştım.
Bir şeyleri arkamızda bırakıyorduk, yenileri için kollarımızı sıvıyorduk fakat bir türlü içine çekilip durduğumuz gizin kapısını tam anlamıyla aralayamıyorduk. Bir ışık huzmesi aldatıyordu gözlerimi. O kapının önünde dururken, aklımdan hep içeride göreceklerime hazır olup olmadığım geçiyordu. Bunu kendime sormaktan bitap düşüyordum. Ayaklarım yine geri geri gidiyorlardı. Kendimi evine hasret duyan bir insanın ruhuyla eşleştiriyordum, geriye attığım adımlarımın yönü evimin kapısı oluyordu.
Fersah'ın gözlerinin içine bakmak hem muhteşem bir film sahnesini tekrar tekrar izlemeyi anımsatıyordu, hem de kimseciklerin yanına yaklaşamayacağı orman hayvanıyla uzun uzun bakışıyormuşum gibi hissettiriyordu. Ona nasıl yaklaşacağımı şaşırdığım oluyordu. Üstüne çok fazla gidersem içine daha çok kapanır, benim ruhuma ekmek istediklerini erteler diye korkuyordum.
Ben de ete, kemiğe, titremesi an meselesi olan ellere sahip bir insandım neticede. Kalbimin avaz avaz ismini haykırmak istediği, o isimdeki derin anlamları çözmeye yanaştığı biri vardı hayatımda. Ona doğru çekilmekten öte ona doğru akıp yolunu bulan küçük, çaresiz, yine de yuvasına tutkun bir balıktan farksızdım. Dökülen pullarımın hastalıktan olduğu söyleniyordu. Gittiğim yerin bana göre bir yer olmadığı, orada pullarımdan geriye hiçbir şey kalmayacağı, etimin kılçığımdan sıyrılıp denizin dibine çakılacağı... İnsanlar sürekli konuşuyorlardı ve ben onları dinlemek yerine kafamın içindeki seslere kulak veriyordum. Zihnimin kıvrımları da en az insanlar kadar uğultulu seslere ev sahipliği yapmaktan geri durmuyorlardı.
Yeni bir yılı karşılayacağımız bir günün içinde, yüz aynasına diktiğim bakışlarımdan düşen alev toplarıyla ruhen aşağıya inecek hale gelme ihtiyacına sıkı sıkı tutunmuştum.
Bu seneyi diğerlerinin aksine yanımda âşık olduğum adamla beraber karşılayacaktım. Ancak insanların arasına karışmak, onlarla hiçbir derdim tasam yokmuş gibi eğlenmek istemiyordum. Fersah'ın göğsüne başımı yaslamakla yetinebilirdim. Kolları beni sarıp sarmalardı ve ben en güzel yeni yıl hediyesiyle geceyi tamamlardım. Etrafımızda nasıl bir çemberin içinde olduğumuzu hatırlatacak insanlar olmazdı.
İç geçirerek gözümün kenarındaki ufacık siyahlığı sildim. Hayal ettiğim gibi olamayacaktı ne yazık ki. Bu gece Hun Firuz'un verdiği davette o masanın veliahdı olarak bulunacaktım. Fersah da masada oturan, kabadayıların arasında kendine yer edinen mühim bir isim olarak katılacaktı aynı davete. Eve iki tane davetiye gönderilmişti bu sefer. Üzerinde durup düşünemediğimiz, yaşadığımız keşmekeşten zaman bulamadığımız mesele her geçen gün bizi köşeye sıkıştırmaya kalkışacaktı sanki. Babamın bile sesini çıkarmadan, olması gereken en başından beri buymuş gibi davrandığı konu kafamın içini sızlatıyordu. Artık bulmaca çözmekten helak olmuş vaziyetteydim. Üstelik bu çemberin hangi bölmesinde olduğumuzu bile farkında değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...