Bölüm şarkısı: SVRCINA - Lover. Fighter.
"Bunları arkadaşlarınla paylaş Betül," Elime tutuşturulan küçük sepetin içi meyvelerle doluydu. Parlayan gözlerimi sepetin içinde dolaştırdıktan sonra bir tane yeşil eriği parmaklarımın arasına almıştım. "Yıkadım hepsini. Bahçenin önü çocuk dolu... Tek başına bu kadar şeyi yersen karnın ağrır." Anneme aldırış etmeden parmaklarımın arasındaki eriği ağzıma atıp evirip çevirmeye başladım. "Boğma kendini anneciğim. Yavaş ye. Yusuf'a da söyle ağaçların tepesine tırmanmasın. Ne arıyorsa hepsi bu sepetin içinde zaten var."
"Tamam anne," dedim ağzım dolu olduğu için tuhaf çıkan sesimle. "Hem ağaçtan en son düştüğünde ayağını kırıyordu. Unutmamıştır herhalde."
Annem bilmiş bilmiş konuşan halime başını iki yana sallayarak baktı. Belime kadar uzanan saçlarımı toplamayı reddettiğim için bir parça dağınık göründüklerini düşünüyordum. Elini belinden çeken annem saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdı usulca. "Unutmamıştır ama unutmuş numarası yapıyordur," dedi altı yaşındaki Yusuf için. "Sen kardeşine sahip çık tamam mı?"
"Çıkarım," derken sepeti alıp bir an evvel gidebilmenin derdindeydim. Annem de bunu gayet farkında olmalıydı ki bıraktığı sesli nefesin ardından başımın üzerinden öpmüştü ve tekrar eve girmişti. Etrafta onlarca adam olmasına rağmen kendimi kafesinden kaçmış kuş gibi hissediyordum. Yaramaz bir gülümsemeyi yüzüme yerleştirip koluma taktığım sepetle beraber çocukların cirit attığı bahçenin ön kısmına doğru ilerledim. Burası aslında bizim eve ait bir araziydi ama Yusuf'la ben çok daha rahat oynayabilelim diye diğer çocuklar da içeriye girebiliyorlardı. Babama güvenen mahalleli de memnuniyetle karşılıyordu bu durumu.
Bahçede ahşap masalardan yapılmış piknik alanı gibi bir yer vardı. O masaların etraflarına dizilmiş ahşaptan taburelerin üzerine çıkarak yürüyordum. "Millet," diye bağırdım top oynayan çocukların dikkatini çekme gayesiyle. "Meyve getirdim size. Hem de bir sepet dolusu!"
"Napoorsun?" Recep bana bakarak gözlerini kocaman açmıştı. "Mari Betül'e bakın! Düşücek."
Sepeti masanın üzerine bırakıp aşağıya atladım. Kollarımı iki yana açarken ona düşmediğim için hava atarcasına bir halim vardı. "Erejep," dedim onun gibi konuşarak. İsmini babası böyle söylüyordu. Çok kez duymuştum. Birisi Recep'e adın ne diye sorduğunda o da böyle söylüyordu ama bizim çocuklar gayet düzgün dile getiriyorlardı ismini. Ben babası gibi seslenmeyi daha çok seviyordum. "İyiyim be ya! Sen napoorsun?"
Kızlardan biri kıkırdadı. Onun ismini yıllar geçtiğinde hatırlayamadığımı fark etmiştim. Çocuk hafızam güçlüydü aslında. Yusuf'u bizden koparmadan önce yaşadığım manalı çocukluğumu anımsıyordum. En güzel anılardan bir kutu yapıp oraya yerleştirmiştim anılarımı. Sadece bazı şeyler gitgide görüntü kalitesinden ödün vermeye başlayan ekranlara dönüşüyordu. Ara sıra yersiz çizgiler bulaşıyordu görüntünün üzerine. Yine de tekrarını gördüğümüz anda kaçırmayacağımız bir film gibiydi çocukluk hatıraları. Tüplü televizyonların üzerindeki danteller kadar vazgeçilmezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...