Lucy Dacus, Night Shift
Kırk dağın suyuyla avuçlarımı doldurup göğe uzattım. Kırk dağın suyuyla dolu avuçlarıma yedi ayeti peş peşe okudum. Seni kurtaramadım.
İrkilerek gözlerimi araladığımda puslu bir havanın bulunduğumuz yeri sarıp sarmaladığına inandım. Bir süredir uykularımı bölmeyen o sesin yine kulaklarımda uğuldamasıyla beraber vücudumda dikenlerden yollar çizilmiş gibi hissettim. Üstüme bırakılan asker yeşili parkaya rağmen üşüdüğümü düşünüyor, birbirine sıkıca kenetlenmiş dişlerimin asıl sebebinin bu olduğunu zannediyordum.
"Neredeyiz?" Çatlayan sesim kaşlarımı daha güçlü çatmama yol açmıştı. Uzandığım yolcu koltuğunun üstüne çektiğim ayaklarımdan birini yere indirdim. Uyuşmuş haldeydim.
"Batman," diye mırıldandı Fersah. O da uzunca bir süre konuşmadığı için sesi yer yer pürüzlüydü fakat benimki gibi korkunç çıkmıyordu. Hafifçe boğazımı temizledikten sonra sırtımı dikleştirmeyi denedim. Kemiklerime ağır bir sopayla üst üste sağlam darbeler indirilmişçesine bitkin düşmüştüm.
Midyat'a gidiyorduk.
Bir yol çizelgesi hazırlamıştık öncesinde. Batman'a kadar uçakla yolculuk yapmıştık ve havalimanında bizi karşılayan araçlara olabildiğince hızlı biçimde yönelmiştik. Yanık'la Cafer arkamızdaki araçtayken, nereye gitsek oraya duvar örecek olan adamlarımız da onların arkasından hareket ediyorlardı. Fersah'ı korumakla yükümlü adamların nereden çıkacaklarını henüz kestiremiyordum. İstanbul'daki havalimanına doğru yolculuk yaparken simsiyah son model bir arabanın yanımızdan hiç ayrılmadığını farkındaydık. Uçağa bindikten sonra işlerin nasıl ilerlediğini takip edecek gücüm yoktu. Eminim ki Fersah olaya herkesten daha çok hâkimdir fakat bununla alakalı konuşmaya bile gerek duymuyordur. Neticede o artık Hun Firuz'un kılına dahi zarar gelmemesini uçan kuşa tembihlediği mühim bir isimdi.
Zihnimdeki gereksiz kalabalıktan kurtulmak yerine daha çok karışıyordum onların arasına.
Fersah'ın dilinin bağını kendisi öyle istediği ve biraz da içkinin arkasına sığınarak çözdüğü gecenin üstünden bir gün bile geçmemişti. O gece ısrarla terasta uyuyacağını, benim odama gitmemi söylediğinde onu gürültü çıkararak birilerini başımıza toplamakla tehdit etmiştim. Açıkçası pişman olduğumu söyleyemeyecektim. Orada buzdan bir kütleye dönüşmesine müsaade edecek kadar acımasız bir insan değildim. Belki de ben sevdiklerimin canını yakan herkese duygularımı aldırmış gibi yaklaşırken, sevdiğim insanların gözüne kül savrulmasına bile katlanamıyordum.
Fersah, inadını ve gururunu önüne alıp didik didik yapan bir yırtıcı kuştan farksızdı. Her ikisinden de alabileceğinin en fazlasını alıyor, bir damla ziyan etmeyi kendine yakıştıramıyordu. Artık onu tanıyordum. Geçmişinden, geleceğinden, duygularından, isteklerinden başka bir yere konumlanmış haldeyken tanıyordum. Mesela on yedi yaşındayken nerede, kiminle, hangi mücadelede olduğunu bilmiyordum ama şimdi yanımdayken onun canı öyle isterse saatlerce ağzını açmayacağını çok iyi biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...