14

7.2K 667 405
                                    

Bölüm şarkısı: Barış Manço - Geçti Dost Kervanı

Ayaklarıma belli bir ritmi taklit edercesine çarpan deniz suyunu anımsıyordum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Ayaklarıma belli bir ritmi taklit edercesine çarpan deniz suyunu anımsıyordum. On altı yaşındaydım. Heyecanla bükülmeyi yadırgamayan bir kalbim vardı. Kadir'in ela rengindeki gözlerine her baktığımda midemdeki kasılmayı bastırmaya çalışmaz, bunu kabullenip yüzümü hafifçe eğerek tebessüm ederdim. Öyle günlerden birinde, yani benim kaçışımın başlamadığı zamanlardan birinde, tekneyle açılmıştık denizde. Tunç bizi sessiz, sakin bir kıyıya ulaştırana kadar teknede öylece oturup yüzüme vuran rüzgârın tadını çıkardım. Etrafımızda bizi koruyan adamlardan bir halkanın oluşturulmadığını düşünüyor, bununla birlikte özgürlüğün tadını damağımda hissediyordum.

Kadir, Tunç, Yanık, Deva ve Deva'nın bir arkadaşı daha ufak kaçamağımızda yer alan isimlerdi. Biraz ilerideki teknelerden birinde bizi korumakla görevli adamların olduğunu düşünmemekte güçlük çekmiyordum. Bakışlarım oraya değmesin diye mücadele ediyordum. Çünkü kendime güneşin, denizin ve diğer insanlar gibi normal bir gezinin içinde olabilmenin keyfine varmak için izin vermiştim.

Tunç, canımın içi ağabeyim, bir ortamda bulunuyorsa mutlaka oranın sergerdesi olurdu. Hep elebaşıydı. Hiç değişmedi. Babam ona ismini korkunç bir tonda söyleyerek seslendiğinde de bildiğini okurdu. Kışkırtıcı yanıyla diğerlerine sadece bakarak bile yoldan çıkmalarına sebep olabilirdi. Teknede tişörtünü çıkartıp denize atlayacağını belli ettiğinde de önce onu durdurmaya çalışan sesler duyulmuştu, sonra Deva'nın arkadaşı yanına gelerek bu fikre ısındığını açık etmişti.

Kadir'in ne yapacağını gözümün ucuyla kontrol etmeyi bırakamıyordum. On altı yaş bugün düşününce hiçbir şeydi fakat o zamanlar için üç elimin parmağını geçen her sayı büyüdüğümü gösteriyordu. Havasını soluduğum dünyamızın engebeli toprağından, derme çatma köşelerinden mütevellit on altı yaşındaki bir kızdan daha büyük hissetmem yadırganacak şey değildi. Ancak tüm yükler, o yüklerin omuzlarımızda bıraktığı izler bir kenara koyulduğunda yüreğimize goncalar iliştiren vaziyetlere açtık. Kadir'e çaktırmadığımı düşünerek bakarken içimden bal misali akıp giden o kıvamlı şeye bu sebeple burnumu kıvırmamıştım. Altımdaki mayonun üzerine giyindiğim incecik elbisenin askısını yine bu sebeple oyalanarak düzeltmiş, uçuşan saçlarımın benim ona bakışımı örteceğine inanmıştım.

Kadir annesini kaybedeli uzun zaman olmamıştı. Katıydı, kolay kolay sesli bir gülüşü dudaklarından serbest bırakmazdı ama içten bir gülümsemenin gözbebeklerini küçülttüğünü bilirdim. Bazen annesini kaybetmeseydi ya da ben onu kaybetmemiş olduğu vakitlerde yakalasaydım duruşu nasıl olurdu diye merak ederdim. Böyle dik, böyle sert ve böyle istemediği herhangi bir dokunuşu affetmeyecek gibi durur muydu yine? Yoksa annesiz kalan her insan gibi çocukluğundan bir ilmek kaçırıp söküle söküle mi devam ederdi yoluna?

Onu tanıdığım cenaze gününü, nasıl göründüğünü, ciğerlerimin ortasına közleri düşürdüğünü unutmak istediğim anlardan birindeydik. Yerimden doğrulup diğerlerinin gürültüsüne sırtımı çevirdim ve soğuk içeceklerin bulunduğu kısımdan kendime koca bardak bir limonata doldurdum. Kadir içeceklerin yakınında oturduğu için bakışları daldığı yerden çıkıp bana değdi. Ona isteyip istemediğini sordum. Elimdeki limonataya bomboş bir bakış attıktan sonra dudağını fark etmeyeceğini anlatmaya çalışırcasına büktü. Kendim için doldurduğum bardağı ona uzatırken parmak uçları elime dokundu. Geri çekilip kendim için bir bardak limonata daha doldurdum. Yanındaki yüksek minderlerden birine yerleşmek için oyalanmamış, pipetimle oynayarak Kadir'le sessiz sedasız limonata içmeye başlamıştım.

KafesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin