21

5.3K 619 194
                                    

Bölüm şarkısı: Can Gox - Dal Goncayı Bir Sabah

Bir ağacın en yüksek tepesine çıkmıştı o hiç laftan anlamayan kız çocuğu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bir ağacın en yüksek tepesine çıkmıştı o hiç laftan anlamayan kız çocuğu. Hiç kimsenin dokunmaya cesaret edemeyeceği o dala ayağını uzatmıştı. Oraya bir güzel yerleşmişti hatta. Herkes yere çakılmasını beklerken o ağacın verdiği meyveyle karnını doyurmuş, lekelenen parmaklarını üstüne sürmekten geri durmamıştı. Yanakları yediği kiraza benziyordu. Avuçlarının içleri ağaç kabuğunun açtığı yaralarla doluydu. Küçük kız herkesten saklanır, kimseyle konuşacak bir şey kalmamış gibi o ağaç tepesinde yaşadı aylarca. Yaraları iyileştikçe yenilerini açtı ama hep gökyüzüne bakıp gülümsemeyi huy edindi.

Günün birinde düştü.

Gökyüzüne değebilecekmiş gibi kımıldayan parmakları ağaca tutunmayı bıraktığında eskiden olduğu yere değil, bataklığa düştü. Böylece büyüdü. Gözlerinin içine dolan çamurlar yüzünden ağlayamayınca büyümenin ne kadar berbat bir şey olduğunu, büyümenin nasıl sinsi bir zehri iliklerine doldurduğunu anladı fakat elinden hiçbir şey gelmedi.

Günün birinde her masal sona ererdi. Bir varmış bir yokmuş derken belki de bize baştan bu mesajı vermeye çalışıyordu her masal yazarı. İnsan böyleydi. Bir var olurdu, sonra bir de yok olup canınızı çekelerdi. Her iki ucu karşı karşıya duran iki insanın elindeki tozlu battaniye gibi patır patır silkelenirdi. Dünya deyip geçmek lazımdı.

Her bir parçamız özgür olsa bile aslında küçücük de olsa bir parçamız hep tutsaktı. Bunu aynadaki yazıya bakarken nefessiz kaldığımı hissederken düşünmemiştim. Bunu o yazıya yakından bakıp kirpiklerimi birbirleriyle ağır ağır kavuştururken de düşünmemiştim. Mesela ben o yazıya bakmayı sürdürürken çalan kapıyı duymuyorken de bir yerlerde işlerin çok da yolunda gitmediğini biliyordum ama yine de böyle ayrıntılı şeyler düşünememiştim. Belki de kapı hiç çalmamıştı bile. Ben uzaktan bir kumanda sayesinde hareket ettirilen robotlara benzerken Fersah sesimi çıkarmamamdan mütevellit içeriye girme hakkını kendinde bulmuştu. Beni neyin içine hapsettiler? Sen de gördün mü? Aynadan onun kaşlarını çatmış sıfatıyla göz göze geldiğimde kül rengine döndüğünden şüphemin olmadığı yüzümü taradı. Biz buradan nasıl çıkacağız? Anahtarın var mı?

Sanki benim vücudum bir yakıtla çalışıyordu ve ben Fersah'tan gözlerimi kaçırırsam olduğum yere yığılıp kalacaktım. Yakıt onun gözbebeklerinin ta içindeydi. "O kadın," diyebildiğimde ne olduğunu anlayamayan gözlerindeki karalık katrana döndü. "O yaptı."

Omzumdan tutup beni kenara çektiğinde aynanın köşesindeki yazıyı gördü. O gözdağını, büyü etkisi yaratan tek cümleyi. "Siktir," diye tıslamasına sebep oldu Fersah'ın. Boştaki eli saçlarının arasından sertçe geçerken omzumdan kayan parmakları kolumu sıkıca kavrayıp beni hareket etmeye zorladı. "Gel. Çabuk Betül!"

Tuvaletin kapısını soğuk fayanslara çarpacak kadar hızlı bir şekilde açıp çıkarken beni peşinden sürüklüyordu. Ya bunu farkında değildi ya da uyuşmuş gibi duran ayaklarımı suçlayıp yoluna devam ediyordu. "Gitti o," diye mırıldanmaya devam ettim. Muhtemelen sesimi Fersah'a duyuramadım. "Bulamayacağız."

KafesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin