86

2.4K 186 279
                                    

Emel, Holm

Kulağımı dolduran seslerle gözümü açtım. Koltukta tek başıma kalmıştım. Sühan'la Fersah yanımda yoklardı. Üstümdeki ince pikeyi boğazıma kadar çekmiştim uykumda. Başımın altında minder duruyordu. Kızımın kokusu bu mindere bile sinmişti sanki. İç geçirerek gözlerimi kapattım, esnedim ve tekrar gözlerimi araladığımda benzer sesleri duymaya devam ettim.

"Biliyorum," diyen ses çok yakından gelmiyordu ama konuşanın Yanık olduğunu anladım. Sesi düz ve kalındı. Onun burada olmasını beklemediğim için daha net seçebilmiştim. Hafifçe yattığım yerden doğruldum. Gelmiş miydi? Saat kaç olmuştu sahi?

Sehpanın üzerinde duran Fersah'ın telefonuna uzandım. Ekranda birden fazla mesaj ve arama görünüyordu. Bazıları kayıtlı olmayan numaralardandı. Bazıları ise isim ve soyadıyla kaydedilmiş kişileri aitti. Hiçbirinin içeriğine bakmadan saate baktım. Üçe çeyrek vardı. Gecenin bir vakti Yanık'ın burada ne işi vardı anlayamıyordum. Endişeyle kıvranan göğsüme sakinlik verebilmek için nefes alıp verdim. O sırada Fersah'ın telefonunun ışığı yanarak dikkatimi çekti. Ekranda tekrar bir mesaj belirmişti.

Bu sefer kimden geldiğine gözlerimi kısarak baktım. Kaydedilmiş bir numaraydı. İsim ve soyadıyla.

Gönül Yücel.

Mesaj bildirim paneline düştüğü için görebiliyordum. Parmağımı bile kaydırmadan en üstte duran mesajı okudum. İki kelimelik bir şeydi zaten. Gözümün ucuyla baksam yine görürdüm. Gizli saklı bir şey yaptığım yoktu sonuçta.

Burası hazır.

Neresi hazırdı? Ne sebeple hazırlanmıştı ve en önemlisi Gönül Yücel denen şahıs kimdi? İsmini daha önce duyup duymadığımı hatırlamak için kendimi zorladım fakat kafamda hiçbir şey canlanmadı. Hayatımda bu isme sahip biriyle tanışmadığıma emindim.

Ben kendisinden haklı olarak Sıraç Cesuroğlu'nun kara kutusunu gizledim diye delirmişti. Bana gelip bağırıp çağırmamıştı ya da ortalığı ayağa kaldırarak bu mevzunun üstüne gideceğini de söylememişti. Ama içten içe nasıl delirdiğini bilecek kadar ezberlemiştim karakterini. Üstelik Yanık'ın karşısına çıktığında ona akıtmaktan çekinmediği bir öfkesi de vardı.

Bazen Fersah'ın hiç tutamadığı bir yas yüzünden daha katı bir insana dönüştüğünü düşünüyordum.

Buzdan kalıpların arkasında gizlenmiyordu artık. Eskiden öyle yapardı. Kendini en ulaşılamayacak odaya kapatır, kapıyı kilitler ve sindirene kadar da açmazdı. Bunu fiilen yapmasa bile ruhen öyle derinden yapardı ki, ona ulaşabilmek için sürekli sınırlarına dâhil olmam ve o sınırları yerle bir etmem gerekiyormuş gibi hissederdim. Toydum. O da öyleydi fakat bizim toyluklarımız bile akla kara kadar farklıydı.

Elimde telefonuyla beraber oturduğum yerden kalktım. Henüz salonun girişine ulaşabildiğime Fersah'ın sesi kulaklarımı doldurmuştu. "Her şey onlar için," dedi durağan bir sesle. "Anladım. Sühan'ın yüzüne bakarken ne görüyorsun bilmiyorum ama bizim gibi adamlar duygu belirtisi gösterdiğinde birbirlerini anlıyorlar herhalde. Ben de seni anladım."

Onu konuşmak için Fersah mı çağırmıştı? İçimdeki ağrıyla beraber kaşlarımı kaldırarak iki adım daha attım. Artık beni görebilecekleri bir yerde duruyordum. Onları gizli gizli dinlemediğimin farkında olmalıydılar.

"Yetmedi ama anlamak." Yanık bana bakmadan başını yavaşça salladı. "Onu da biliyorum."

"Sühan burada," demeyi seçti Fersah. "Sühan buradayken sen de burada olmalısın işte. İnanmadığım onlarca şeye rağmen buna inanıyorum, tamam mı? Biz yokken onun yanında sen olabilirsin."

KafesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin