Bölüm şarkısı: Melek Mosso - Uğurlama
En çok kullandığım parmağım kopmuş gibi hissediyordum. O eksikliği gizlemek için de tüm parmaklarımı avucumun içinde saklıyordum.
Ciğerlerimden birini düşürüp yola öyle devam etmemi söylemişler gibi davranıyordum. Kimse o ciğerin eksikliğini farkına varmasın diye de günde iki paket sigara bitiriyordum.
Annesiz kalmış bir çocuğun önünde dizlerimin üzerine çöküp yüzünü seviyordum. Gözünden düşen bir damla yaş benim elimi ıslatıyordu ama ona sıcacık bir gülümsemeyle bakmayı bırakmıyordum. Yüzüne artık ona annelik yapacağımı söyler gibi bakıyordum. Bana inanırsa her şeyi yoluna sokabilirdim. Bana inanmasını her şeyden daha çok istediğimi haykırırcasına gözlerimi güzel yüzünde dolaştırıyordum.
Evlatlarını hiç tanıyamamış bir babanın sırtına elimi koydum. Onun kamburunu avucumun içinde hissettim. Elimin içini kaplayan çizgilerden şifalı dualar akmasını istedim ve o babanın yükünü hafifletmeyi arzuladım.
Kardeşlerinden ayrı bir dünyaya hapsedilmiş bebeğin başucuna geldim. Bembeyaz bir çarşafa sarılmış olan bebeğe mucizenin en ışıltılı rengine şahit olur gibi baktım. Dışı çekik olan gözleri merakla yüzümde dolandı. Onu tutup bağrıma yaslamak, orada huzurla uyuduğu anı izlemek her şeyden daha cazip geldi. İstedim ki bende durulsun, bende o yokluğu hiç tatmamış gibi büyüyeceğine inansın. Fakat bebeğin çığlığı yerle göğü birbirine kattı. Çatlayana kadar ağladı. Onu susturamayacağımı kabullendiğimde bir duvar dibine çöküp ellerimi kulaklarımın üzerine kapatmıştım.
Vedalaşmayı ertelemenin mümkünü olmadığını öğrendiğimde yirmi beş yaşımın yarısını doldurmuş olacağımı söyleselerdi dümdüz bakardım. Ben hâlâ Yusuf'un saklandığı viranelerden birindeydim. Başka birine iyi gelecek yerde değildim. Başka birine kötü gelecek kadar kinle dolu da hissetmiyordum. Yusuf'tan gidene kadar içinde siyah renk barındıran tüm duygularla zıt düşmüştüm. Her şey onun yüzüne bakarken, gözümün içine bakmayı kendine kabul ettirememişken baş etmeyi denemeyeceğim kadar uzağımdaydı. Yusuf'un gözlerini bir daha ne zaman kendi bakışlarıma denk düşürmenin hesabını yapacaktım?
Ağzını açıp tek bir kelime edemeyen insanlardan herhangi biriydim. Gözlerimden tuğla kalınlığında bir kitaba ilham olacak satırlar geçiyordu ama bu savaşın tozu bana bakan her gözü kör etmişti.
Yusuf'un çocukken bir flütü vardı. Rengi kıpkırmızıydı. Onu çalmayı öğrenmesi çok kısa bir zaman almıştı ve hiçbir notasını atlamadan çaldığı şarkıdan ev halkına gına gelmişti. Ben o güne geri dönmek, Yusuf'a şarkı her bittiğinde baştan başlamasını söylemek istiyordum.
"Bizden sonra onu başka bir yere alacaklar," Fersah'la teknenin bir ucundaydık. Siyah örtüden tül yapılmıştı bu kısma. Karanlığın içine gizlenmiş gibi hissediyordum kendimi. "Burada daha fazla kalamaz. Tehlikeli olur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...