Mabel Matiz, Fırtınadayım
Fersah'ın iki parmağının arasında duran, bana doğru uzatılmış yüzüğü nihayet görüyordum. Bomboş bakıp geçmek değildi bu defa yaptığım şey. Beynimin içinde dönen pervaneye rağmen kalbimin sesine ayak uydurdum ve sakinleşmek için yüzüğü görmeyi seçtim.
İki narin su damlası ortada birleşmiş gibi görünüyordu. Fakat bu damlasını andıran iki parlak taş safir taşı olmalıydı. Rengi yeşildi. Tam ortada birleşen narin damlaların etrafını saran altın rengindeki incecik şeritler damarı anımsatıyordu. Yüzüğü yapan tasarımcı, orman rengindeki iki su damlasını bir kalbin en mühim damarında tutmayı tercih etmişti sanki.
Yüzük muhteşem görünüyordu.
Yüzük, Fersah'ın iki parmağının arasında olduğundan daha muhteşem görünmeyi başararak kalbimi oyulmuş bir çiçek sulama kabına çeviriyordu. İnce ince su sızdıran da bu nedenle yine kalbimdi ve iç organlarıma sızan her damla beni gözyaşlarına boğulmam için zorluyordu.
Onunla evlenmemi istiyordu.
Bunu zaten ne kadar çok istediğini belli etmekten kaçınmamıştı. Üstüne en riskli planlarımızdan birini yaptığımız o düğünün gerçek olması için nasıl yandığını görmüştüm. Ama şimdi elinde bir yüzük tutarak, beni çok eskiden yaşanan bir hatıranın ortasına getirerek, içimin başköşesine bir vazo çiçek koyarak yapıyordu bunu.
Bana âşık olduğunu gözünü kırpmadan, önümde diz çökmüş bir halde dile getiriyordu.
Bir insan ömründe kaç kez rüya görebilirdi? Sonsuz kere rüya görecek olsam bile böyle bir şeyi görmeyi başaramazdım.
Dilim çözüldüğünde isminden başka bir şey söyleyemeyeceğimi anladım. Dudaklarım aralandı ve öylece kaldım karşısında. Fersah benim halimin farkında olarak, "Daha önce böyle bir an hayal etmemiştim," dedi. Konuşuyordu çünkü benim çözülmem gerekiyordu. O dizlerinin üzerinde durmaya devam ederken konuştukça çözülmem kolaylaşacak mıydı? "Sadece..." Bir an durakladı. Düşündüğü şey ufak ve huysuz bir oğlan çocuğu gibi utandırdı onu ama yine de anlatmaya devam etti. "Gittiğimiz her yerde gerçek bir çift gibi görünüyorduk. Sen bambaşkaydın, sen hep başka türlüydün. Yine de yanındaydım ve senin gölgen olmayı bırakamıyordum. Öyle anlardan biriydi. Yılbaşı gecesiydi. Sefer'le Bade'yi görmüştük. O zaman nişanlılardı. Bir an için senin de parmağında yüzük olduğunu düşündüm. Benimle olduğunu, beni seçtiğini gösteren bir yüzük... Bunun için nişanlamamız mı gerekiyordu? Önemli değildi. O an istedim."
Bana içini açıyordu tekrar. Onun içini dinledikçe dizlerim yanına çökmenin yoluna sapmaya başlamışlardı. Engel olmam çok zordu.
"Betül, ben sana çok âşık olduğumu anlayamayacak kadar aptaldım," dedikten sonra sertçe yutkundu. Yanaklarının içini ısırdığını fark ettim. Kollarımın arasına bırakılan bembeyaz güllere sıkıca sarıldım o anda. "Ben sana nasıl yandığımı görmüyordum ama hissetmek görmekten daha beterdi. Her dakika tutuştum, her an sende kalmak için savaş verdim. Gittiğinde de bitmeyen bir savaş. Gittiğinde de beni kuşatan bir savaş bu."
Her şey değişmişti fakat onun bana âşık olmadığını, olmayacağını bilen yanım nasıl çürümüştü? Gözlerimin içine bakıyordu, benden başka hiçbir şeyi göremeyecekmiş gibi gözlerini üzerimden çekmiyordu. Gerçekti. Emindim. Böyle bir hayale düşemeyeceğimi bilecek kadar tanıyordum ruhumu.
"Gerçeğim," dedi beni duymuş gibi. "Biliyorsun." Yavaşça dizlerinin üzerinden doğruldu. Pantolonuna bulaşan toz umurunda değildi. Bana yaklaştı, aramızdaki gül buketine dokundu göğsü. Başımı hafifçe geriye yatırıp kara parçalarına bakmayı sürdürdüm. "Bu yüzüğü şimdi takmak istersin ya da istemezsin Alabeyli kızı. Ben yine de sana her an âşığım. İşte bunu değiştirecek bir şey yok dünyada."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafes
General Fictionİlk kez koca koca adamların kelamlarını takip etmek için siyah masanın etrafındaki koltuklardan birine oturduğumda on dokuz yaşındaydım. O kadarcık kızın öyle takım elbiseli, ciddi suratlı, ağır laflı adamların içinde ne iş yaptığını sorgulayan düzi...