20

5.3K 565 247
                                    

Bölüm şarkısı: Sena Şener - Her An Gidebilirim

Bölüm şarkısı: Sena Şener - Her An Gidebilirim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Hatay sınırlarına henüz girmemiştik. Bunu dakikalar önce bir kamyon kasasında yemek yerken Fersah'a sormuştum. O da biraz daha vaktimizin olduğunu, yemeğimi bitirmemi, indiğimizde bunun için fırsat bulamayacağımızı söylemişti. Cevap vermeden yemeğimi bitirmeye odaklanmıştım. Yusuf'u görmek her şeyden daha fazla önem teşkil ediyordu. Kardeşime kavuşmadan önce bayılıp kalmak istemiyordum. Gücümü kuvvetimi toparlayıp onun karşısına dimdik çıkmayı başarmalıydım.

Biz belki de insanoğlunun en çok yalnız kaldığı çağda yaşıyorduk. Bedenlerimizle beraber yamaları göz alan ruhlarımızı sürüklemeyi adet edinmiştik. Fakat bu dünya üzerinde kimse Yusuf kadar yalnız kalmamıştı sanki. Onun canı sağ olsun diye tanıdığı, tanımadığı, tanıma ihtimali olduğu herkesten en uzağa savurmuştuk. Sırtından itip de cehennemin kül eden ateşine atmamıştık ama belki de sorsak oraya atmamızı tercih ederdi. O gün değil lakin yaşadığı onca şeyden sonra bunu istemeye hakkı vardı.

Yusuf'u anlamaya dayanamıyordum.

Onu hiç dinlememişken, nasıl büyüdüğünü, onda nasıl izler kaldığını görememişken bile böyle bir cengin kalbimi kora çevirdiğini hissediyordum. Bu nasıl bir hissiyattı? Bu nasıl bir işkencenin en hafif ayağıydı?

Yusuf'u anlamak için daha fazlasını bilmem gerekiyordu ve ben daha fazlasının ne olduğunu düşünmeye dahi dayanamıyordum.

Ekmeğimi bitirdiğimde tüm lokmalarımın kursağıma dizildiğini düşünüyordum. Boğulmuyordum. Boğulacak gibi de hissetmiyordum ama kursağımdaki ağırlıkla imtihan ediliyordum. Elimi su şişesine uzatacak olduğumda Fersah benden önce davranarak şişenin kapağını açtı. "Sağ ol," diye mırıldanıp elinden aldım. Yarısına kadar içtiğim suyun kapağını titreyen parmaklarımla kapattım. Fersah'ın kapkara gözleri yüzümün çevresinde dolaşıyordu. Bilye gibiydi. Soğukluğu tenime iyi geliyordu.

"Salih bir şey mi söyledi sana?" dedi ben öylece kasadaki bir noktaya bakarken.

Kaç saat olmuştu farkında değildim ama evden kimi arayacağıma karar vermeye çalışırken telefon ekranında kımıldayan parmağım Salih'in ismine dokunmuştu bile. Babamla konuşsaydım ikimizin de hırpalanacağı bir diyalog geçecekti aramızda. Annemi arasaydım ağlamaya başlardım. Yusuf ikimiz için farklı bir yara olup sızısını hissettirirken konuşmayı unuturduk. Bana en çok o kızabilecekken kelimelerini zehirden sayıp yutardı.

Salih ona haber vermeden böyle bir işin içine girdiğim için bana en çok kızacak isimdi aslında. Tunç gibi. Fakat beni o ikisinden daha iyi kim anlardı?

Tunç yoktu. O halde Salih'in bana bir ağabey gibi kızmasını göze alarak onunla konuşmam şart olmuştu. Kız kardeş gibi davranabilmeyi özlemiştim. Hata yapmayı, bunun için bana aferin sana küçük yaramaz denmesini, biraz azar işittikten sonra tembihlenmeye başlanmayı... Salih bunları yaparken gerçekti. Mandalla ipe asılan bir elbise gibi değildi söyledikleri. Kuruduktan sonra o ipten alıp içeriye geçmeyecektim. Çivi gibiydi. Duvarı göğsüm olmuştu. Ben de çocukluğumun en güzel fotoğrafını çerçeveletip o çiviye asmıştım.

KafesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin