//Defne'den//
Ölüm, ağızdan ne kadar da kolay çıkan bir kelime öyle değil mi? Söylemekte kimsenin hiçbir şekilde zorluk çekmeyeceği dört tane harfin bir araya gelmesiyle oluşan, ama söylendiği anda tüyleri diken diken eden manaya sahip bir sözcük.
Sevdiğinle, canından daha değerli olan biriyle peki, aynı cümle içerisinde geçmesi ne kadar yaralar insanı? Çok değil mi? Çünkü kimse yakıştıramaz sevdiğine ölüm denen o gerçeği.
Şimdi canımdan çok sevdiğim diğer yarım hemen camın arkasında kurtarılmaya çalışırken burada çaresizce beklemek, hiçbir şey yapamamak nasıl bir acı veriyor tahmininiz var mı?
Bir tane daha göz yaşım yanaklarımdan yere doğru damlarken gözlerimi ayırmıyorum karşı taraftan. Ömer'in etrafında ona müdahale eden bir sürü doktor varken hepsi bir şeyle ilgileniyordu. Kalp atışlarını görmek için bağladıkları o cihaza bakmaya devam ederken elimi ağzıma getirdim. Ameliyattan çıkalı yaklaşık bir saat olmuştu ve o zamandan beri hiçbir doktor bana onunla ilgili bir şey söylememişti. Tek bildiğim ameliyattayken kalbinin durduğuydu. Hıçkırıklarım artmaya başlamışken arkamda hissettiğim hareketlilikle beraber o tarafa döndüm. Karşımda Oğuz ve ismini bilmediğim bir adam bana bakıyordu. Oğuz içinde kopan fırtınalara rağmen güçlü durmaya çalışıyordu bunun farkındaydım. Yıllardır yanımızdaydı, az çok anlıyordum neler hissettiğini.
"Yenge saatlerdir öylece duruyorsun, gel biraz otur. Hem hiçbir şey yemedin de. Dikkat etmen lazım kendine."
Derin bir nefes alıp Ömer'in yattığı odaya son defa baktım. "Ömer uyanmadan buradan ayrılmayacağım Oğuz."
Bu sırada Oğuz'un yanında duran adam boğazını temizleyip lafa girdi. "Defne, Ömer seni bu halde bıraktığımızı duyarsa öldürür bizi. Sen bizi onunla papaz etmek mi istiyorsun bakayım?" deyip tebessüm ettiğinde bende zoraki bir şekilde gülümsedim. Ama bu sırada bile gözlerimden damlayan yaşlar vardı.
Oğuz yanıma yaklaşıp omzuma dokundu. "Yenge sen Boranla beraber aşağıya in. Bir şeyler yiyin. Eğer acil bir durum olursa ben sana haber vereceğim."
Başımı salladığımda isminin Boran olduğunu öğrendiğim adam geçmem için geri çekildi. Ben önden geçtiğimde o da peşimden gelmeme başladı. Beraber alt kata indiğimizde ben cam kenarında bir masaya oturdum. Çok geçmeden Boran elinde sosisli ve ayranla geri gelmişti. Onları önüme bırakıp karşı sandalyeye oturdu.
Sosisliden bir ısırık aldığımda midem kaldırmasa da zar zor çiğnedim onu.
"Sen Ömer'i nereden tanıyorsun? Yani korumalardan değilsin, kimsin peki?" dediğimde önünde duran kahvesinden bir yudum aldı.
"Ömer'le 17 yaşındayken tanışmıştık yenge. O zamanlar başım oldukça beladaydı benim. Yanına aldı, sahip çıktı. Okumam için yurt dışına gönderdi. Kan kardeşiyiz onunla." Cebinden telefonunu çıkarıp birkaç şey yaptı ve ardından ekranı bana çevirdi. Ömer'le beraber çekilmiş bir fotoğrafları vardı. Oldukça gençti ikiside. Ömer'in yüzüne baktığımda gözlerim doldu. Derin bir nefes alıp iç çektim. Telefonu yeniden uzattığımda içten bir gülümseme gönderdi bana.
"İlk geldiğim zamanlarda onunla otururduk sürekli olarak. Canı sıkıldığında veya sinirlendiğinde ilk sığındığı şey hep senin sesin olurdu. Açıkçası onun böylesine büyük bir aşka tutulacağını tahmin edemezdim. Şimdi inan bana bu kadar kolay vazgeçmez o senden."
Bu sırada masaya sinan ve Seda'nın gelmesiyle ayaklandım. Seda bana sarıldığında kollarımı ona doladım.
"Gözlerimin önünde vuruldu Seda. Engel olamadım. Veda eder gibi konuştu." Seda saçlarımı okşarken ben gözlerimi kapatmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN DEFNESİ
Hayran Kurgu"Tebrikler Defne Hanım,hamilesiniz." Dünyamı başıma yıkan bu cümle... Karnımda o herifin bir parçasını taşıyordum... Peki şimdi ne yapacaktım?