baya uzun bir bölüm oldu. eski defterleri açarak sorularınıza cevap vermeye, doğu'nun ve ikra'nın zihninde olanları göstermeye çalıştım.
yazmaya devam edecek ve sorularınızı cevaplayacağım.
Elektrikler kesildiği için etrafın kapkaranlık olmasının yanı sıra, ev adeta buz tutmuştu. Yerden ısıtmalı sistem olduğu için çok hızlı ısınan ev, ısı kesildiğinde hemen soğuyordu. Burnumun ucunun kızardığını ve dudaklarımın hafif hafif morardığını biliyordum; suratım üşüyordu. Kulaklarımın kemikli yerleri hissizleşmişti suratıma. Elektriğin kesildiği, evin buz gibi soğuduğu yetmiyormuş gibi bir de yağmur yağmaya başlamıştı ki bu öylesine bir yağmur değildi. Çiseleyerek başlamış, hızını artırmış, hafif şimşeklerini göstermeye koyulmuştu şimdiden. Tüm gece boyunca yağacağı belliydi.
Doğu'yla üstümüzü sıkı sıkıya giyinip yorganın altına geçmiştik. Salonda, birazcık olsun ışığın geldiği bahçe camının önündeki koltuğa kıvrılmıştık. O gözümün içine giren kahküllerimle usul usul oynarken ben de yağmurun yağışını seyrediyor ve her şimşek çaktığında ona daha sıkı sarılıyordum.
Bir süredir sessizdik ve konuşmuyorduk. Ne o, ne de ben konuşmaya tenezzül etmemiştik; Doğu zaten çok konuşan birisi değildi. O genelde susup bakışlarıyla bir şeyler düşünmeyi ve anlatmayı severdi. Ben öyle değildim. Sessizlik bir yerden sonra beni ürkütüyor ve boğuyordu.
"Bir şey soracağım." diye uzun bir sessizliğin ardından yapış yapış olmuş sesimle konuştum. Koltukta Doğu'nun göğsüne uzanmış haldeydim, başımı kaldırıp gözlerine baktım.
"Sor." dedi gözlerime bakarak. Parmaklarının ucuyla gözümü kapatan saçlarımı itekliyor ve alnımı ortaya çıkartıyordu.
"Hangi şehirdeyiz?"
Buraya geleli iki-üç gün hatta belki fazlası olmuştu fakat ben daha hangi şehirde olduğumuzu dahi bilmiyordum. Sadece uzun bir yolculuk yapmıştık ve bir sürü ormanı, köyü, tenha yolları geçerek dev bir malikaneye geldiğimizi gözlemleyebilmiştim.
Doğu sorduğum soruyu anlamsız bulmuş olacak ki dalga geçti. "Yozgat'tayız desem?"
Dalga mı geçiyordu yoksa ciddi miydi? Tamam, İzoğlu ailesinin Yozgatlı olduğunu biliyordum fakat böyle bir malikaneyi Yozgat'a dikmiş olamazlardı değil mi? Öyle olsa bile Doğu hiç Yozgat'a gelecek, burada kalacak, evinde yaşayacak birisi değildi.
"Dalga geçiyorsun." dedim kendi soruma kendim cevap vererek.
Doğu güldü. "Ciddiyim." dedi.
Kaşlarımı çattım ve göğsünden toparlanıp oturur duruma geldim. "Sen hiç Yozgat'a gidecek birisi değilsin Doğu," dedim. "Bana yalan söyleme. Hangi şehirdeyiz? Bu mevsimde bu havanın açıklaması yok çünkü."
Doğu belimden tutup beni kendine doğru çekerek kucağına oturttu. Elleri ellerimin arasına geçerken "Yozgatlı olduğumu bilmiyor musun kızım?" diye konuştu. "Annem bu şehirde yaşıyor. Onun yanına geliyorum."
Doğu'nun söyledikleriyle kaşlarım daha da çatıldı ve çok şaşırdım. "Sen?" Gözlerimi büyüttüm. "Annenle görüşmediğini sanıyordum?"
"Görüşmüyoruz," dedi söylediklerimi onaylayarak. "Ama karımı tanımasını istiyorum. Evleneceğim kişiyi görmesini."
"Yok artık," dedim biraz sesimi yükselterek. "Sakın beni annenle tanıştıracağını söyleme?"
"Neden?" diye sordu. "İstemez misin?"
"Tabii ki istemem," Elimi elinin arasından çekip biraz geriye kaydım. "İleride evleneceğin, gerçekten karın olacak kişiyle anneni tanıştır Doğu." dedim. "Anneler böyle ayrılıklarda çok üzülür. Anneni üzecek bir şey yapma."