Kerem Arslan'la gitmememin bana ileride iyi ya da kötü bir dönüşü olur mu? Bilmiyorum. Kendime sorular sorarken sık sık şunu fark ediyorum: O an sorduğum hiçbir sorunun cevabını tam ve net olarak bulamıyorum. Ama zaman geçtikçe, bir şeyler olup durdukça, belki hiçbir şey olmasa dahi; sorular zamanla cevabını buluyor. Soruların cevaplarını bulması ya belli bir olay yüzünden oluyor ya da içimize doğan hisler bu cevapları bize veriyor.
Hisleri güçlü bir insan mıyım yoksa sadece öyle olduğumu mu düşünüyorum? Eğer hislerim güçlü değilse, Doğu'yu gördüğüm ilk an kendime 'öylesine biri' diye fısıldarken aklımdan girip içimde dolanan o his bana neden 'hayır, o öylesine biri değil, bunu zamanla göreceksin' diye fısıldamıştı? Belki de hayatta bize dokunacak, dokunarak geçip gidecek, teğet geçecek, delip geçecek, çarpıp daima bizimle kalacak, yanımızdan geçip gidecek, canımıza yapışacak, sonumuz ya da başlangıcımız olan insanları hissediyoruzdur.
Peki ben Doğu'yu görünce ne hissettim? O günü düşünüp duruyorum. Onu görünce çok yakışıklı ve saldırgan göründüğünü düşündüm, evet; ama ne hissettim? Hayatımı delip geçecek bir kurşunun karşısında mı duruyorum yoksa o kurşunla oyunlar mı oynuyorum? Doğu benim için bazı şeylerin bitişi ve çoğu şeyin de başlangıcı. O zaman neden şimdi uzun ve dar bir yolda sıkışıp kalmış gibi hissediyorum?
Kerem Arslan'ı görünce ne düşündüm peki? Onu ilk an, alışveriş merkezinde ben yemek yerken karşıma oturduğunda ne hissettim? Çok yakışıklı ve soğuk olduğunu düşündüm, evet; ama ne hissettim? Bence o da hayatıma dokunan insanlardan birisi olacaktı. Ama teğet mi geçecek, geçip mi gidecek, delip mi geçecek, yoksa çarpıp mı kaçacaktı; bunu bilmem için zamanın geçmesi gerekiyordu.
Doğu'nun çalışma odasındaki koltuğa oturup etrafa bakmaya başladım. Doğu'nun düşmanı da, can dostu da, benim karşıma geçip Doğu'nun benim yüzümden suç işlediğini ve eğer kaçmazsam, bu bok her neyse bitmezse çok büyük felaketlerin olacağını söylüyorlardı. Düşmanının söylemesi değil de can dostunun söylemesinin nedeni beni mi korumaktı, Doğu'yu mu?
Kaşlarım çatık bir şekilde olanları düşünüyordum. Beni burada bir fareyi kıstırmış gibi kıstırmıştı ve istediği nişan da gerçekleşmişti, artık neden buradaydım? Burada olmamın bir sebebi yoktu. Doğu'yla anlaşmamız buydu: Stajı verecekti ve onunla nişanlanacaktım. Hepsi gerçekleşmişken artık burada onun için durmamın bir sebebi var mıydı? Yoktu.
Elimdeki telefonu kapatarak Doğu'nun gizli dosyaları arasına sakladım, rafların içine. Doğu'nun yatak odasında ve çalışma odasında kamera olmadığını biliyordum: İstanbul'daki evinde de düzeni böyleydi. Evin girişinde, mutfağında, koridorunda, merdivenlerinde, bahçesinde; her yerinde kamera olurdu ama yatak odası ve özellikle çalışma odasında asla. Bunu neden böyle yapıyordu bilmiyordum; bence asıl kamera konulması gereken yer çalışma odasıydı: Kerem Arslan evine girip dosyaları çalsa nasıl kanıtlayacaktı?
Ya da Doğu belki de böyle söyleyerek beni kandırıyordu, bilmiyordum.
Çalışma odasından çıkıp mutfağa doğru ilerledim. Mutfağın içinde bir yemek dergisi görmüştüm, dergiyi tezgahın üzerine açıp üstüne eğildim ve tarifleri okumaya başladım. Çok zor yemeklerin olduğu bir sürü şey vardı, ben ise daha kolay bir şey yapmak istiyordum; acıkmıştım.
Bulduğum kolay bir tarifi yapmak için bir kap çıkartacağım sırada arkamdan gelen Doğu'nun "İkra?" diye seslenişini duydum. Ona döndüm: Siyah eşofmanının üstüne giydiği siyah sweat ve siyah montuyla, üstelik ayakkabılarıyla içeri girmişti; suratında, özellikle çenesinde ve gözlerinde korkunç bir ifade vardı.