Doğu'nun adım sesleri yaklaştı ve mutfağın kapısı açıldı.
İçeri girip gözlerimiz birbiriyle çarpıştığında onun bakışlarının annesinin ve benim aramda mekik dokuduğunu gördüm. Üstünde siyah eşofman takımları vardı, duş aldığı belli olur bir şekilde saçları alnına doğru düşmüş ve karışıktı, gözlerinden uyku ve yorgunluk akıyordu; bir elinde arabanın anahtarı, diğer elinde kuru temizlemeden aldığı kıyafetler vardı.
Annesini görmesiyle çok, çok şaşırmış ve endişelenmiş gibiydi; onu bir süredir görmediği belliydi. Bana bahsettiği 'tanıştırma' olayından birkaç saat sonra annesi karşımda duruyordu.
O da böyle bir şeyi beklemiyormuş, bundan şaşırmış gibi "Anne?" diye konuştu ve bize doğru adımladı. "Sen ne zaman geldin?"
Kadın Doğu'nun sesini duymasıyla birlikte heyecanlanmış ve Doğu'yu gördüğü için duygulanmıştı. Onu baştan aşağı süzdü ve "Oğlum..." diyerek gidip gövdesine sarıldı.
Doğu'yla birbirimize bakıyorduk.
Annesinin sarılmasına karşılık verip kollarını doladı. Hala bana bakıyordu. Annesi uzun ve kilolu bir kadın olmasına rağmen Doğu'nun göğsünde ve kolları arasında küçücük kalmıştı.
Kadın ağladığını, duygulandığını belli eden sesler çıkardığında başka tarafa baktım. Doğu. Şerefsiz Doğu. Her konuda, her anlamda, her şey için; doğduğu an ve yer için bile, çıktığı rahim için bile şanslı olan adi şımarık Doğu. Anne-babası tarafından bir ömür boyu kanatlar altında korunan, yaptığı tüm şerefsizliklere rağmen sevilen, dünyalar önüne saçılmış, istediği her şeye ve herkese çabasız sahip olabilen şanslı Doğu.
Karşımda annesi tarafından ağlana ağlana seviliyordu; yüzü kadının elleri arasında yanakları öpülüyor, göğsüne sarılıyor, "Oğlum, aslanım, paşam," laflarıyla gururu pohpohlanıyordu; kadın onu öylesine özlemişti ki ne kadar öpse, sevse doyamıyordu.
Bir annemin olmasını ne kadar çok isterdim. Bir insan tarafından böyle saf bir sevgiyle sevilmeyi, korunmayı, özlenilmeyi ne kadar çok isterdim. Doğu'nun yerinde olmayı ne kadar çok isterdim.
Dünyada saf sevgi diye bir şey gerçekten var mıydı? Bir insan bir diğerini hiçbir çıkarı olmadan sevmesi için illa arasında kan bağı olması mı gerekirdi? Bir annenin çocuğu olmadan, kardeşe sahip olmadan, bir yabancı tarafından saf sevgiyi tadabilmemiz mümkün müydü? Bu sorulara cevap bulması gereken kişi ben ve benim gibi olanlardı. Çocukken büyük insanların başını okşayıp o 'öksüz', o 'yetim' laflarıyla yalancı merhamet gösterdiği acınası kişiler. Doğu gibiler ise bu dünyada doğdukları an gerçek, saf sevgiyi anasının rahminden alıp ömürleri boyunca kana kana, doya doya yaşıyorlardı. Doğu'nun mutlulukları sevgiyle de sınırlı değildi ki. O bu dünyada sahip olmak istediği her şeye, hem de her şeye sahipti. En iyi ev? Doğu İzoğlu'nun. En lüks arabalar? Doğu İzoğlu'nun. Ülkenin en zengin inşaat şirketi? Doğu İzoğlu'nun.
Dişlerimi sıkıp başka tarafa baktım.
Bu sevgi gösterisine katlanamıyorum.
Çocukken, ilkokulda, lisede; parkta, alışveriş merkezinde, gördüğüm hiçbir yerde zaten ömrüm boyunca katlanamadım. Asla da katlanamayacağım.
Yanlarından geçip mutfaktan çıkacağım sırada Doğu kolumu yakaladı ve beni onlara doğru çevirdi. "Aşkım," dedi gözlerime bakarak. "Annemle tanıştın mı?"
Gözlerim ikisinin arasında mekik dokuduktan sonra, her ne kadar bana seslendiği 'aşkım' sıfatına şaşırmış ve tiksinmiş olsam da belli etmeden "Evet," dedim. "Tanıştım."