-
Doğu farklı bir yerde, ben farklı bir yerdeydik.
Evin hangi tarafında olduğunu bile bilmiyordum. Fakat o her neredeyse onun da uyanık olduğunu, şu an boş tavanı seyrettiğini ya da elinde viskiyle sessizce içerek olanları düşündüğünü biliyordum.
İkimizin kafasının içi de düşüncelerle doluydu buna eminim. O, bana verdiği ev ve araba tapusunun beni mutlu etmemesini kendisine yedirememişti. Beni başka nasıl mutlu edeceğini bilmiyordu, ya da yapacağı herhangi bir şeyden mutlu olmayacağıma adı kadar emin olduğu için içini derin bir umutsuzluk ve hüzün kaplamış olmalıydı.
O da artık benimle savaşmaktan yorulmuştu. Bu savaşı vermekten bıkmıştı.
Doğu benimle olmayı, onun karısı olmamı, bir çocuğumuzun olmasını ve evlenmemizi çok hayal ediyordu, evet; ama bu şekilde olmadığını biliyordum. Benim çok mutlu olacağım, bu mutluluğun da onu çok mutlu edeceği bir birliktelik hayal etmişti o. Hamile olmamdan ne kadar mutlu olmuş olsa da bu hamileliğin beni mutsuz etmesi onun hayallerini başına yıkmıştı.
Şimdi bir tarafta babası, akrabaları, annesi, ona aşık kuzeni, arkasından bıçaklayan dostu, can düşmanı varken bir tarafta da sevdiği ama sevilmediği bir kadın, o kadından da istediği ama doğmaması gereken bir bebek vardı. Bunların hepsini kafasında ölçüp tarttığını ve biçtiğini biliyordum Doğu'nun.
İçim daha fazla bu odada uzanıp boş tavanı seyretmeyi almıyordu. Kusacak gibiydim. Yerimden toparlanıp odanın dışına çıktım ve evde adımlayarak Doğu'yu aramaya başladım. Önce çalışma odasına baktım orada yoktu, sonra mutfağa baktım. Salona bakmaya gerek duymamıştım çünkü ışıklar kapalıydı. Arkamı dönüp gideceğim sırada duyduğum bardağın içinden gelen buzun çarpma sesiyle Doğu'nun salonda olduğunu anladım.
Bir iki adım attım, bahçe kapısından gelen ışık içeriyi hafifçe aydınlatıyordu sadece; karanlıktı. Doğu üzerinde tişört olmadan eşofmanıyla koltukta oturuyordu ve elinde viski bardağı vardı. Sessizce içiyordu.
"Doğu?" dedim iyice oraya doğru adımlayarak. "Işıklar neden kapalı?"
Soğuk ve ona uzak bir sesle "Başım ağrıyor," dedi. Viski bardağını ağzına götürüp yudumladı.
"O zaman neden içiyorsun?" diye sordum. "Ağrı kesici getireyim mi?"
"Gerek yok."
Sesi yorgun çıkan Doğu'yu gözlemledim. Bana bakmadan, içerek, kafasındaki düşüncelerle boğuşarak dışarıyı izliyordu. Üzgündü. İçinde bir üzüntü ve umutsuzluk vardı. Bunu odanın havasından alabiliyordum.
Yavaşça adımlayıp koltuğa oturdum ve ona bakmaya devam ettim.
Doğu'yu üzgün, mutsuz, umutsuz görmeye hiç ama hiç cesaretim yoktu; o benim şu ana kadar hayatta gördüğüm en güçlü insandı. Onu böyle gördüğüm de ben de güçsüzleşiyor ve üzülüyordum, sanki birbirimizle bağlantılı gibiydik.
"Bilmediğim bir şey mi oldu?" diye sordum. "Üzgün görünüyorsun."
"Olmadı," dedi yanıtlayarak.
"O zaman bu halin ne?" Duraksadım. "Seni daha önce hiç görmediğim kadar yorgun görünüyorsun."
Söylediklerimi duyduktan sonra elindeki viski bardağını çevirip dudaklarına götürdü. Bir şey söylemedi, ben de söylemedim sonrasında. Koltuğa kafamı yaslayıp onu izlemeye başladım.
Çökmüş gibi görünüyordu. Onu hiç görmediğim kadar dolu bakıyordu boşluğa bakan gözleri, derin nefesler alıp verirken göğsü inip kalkıyordu. Son zamanlarda kilo vermişti, kolları eskisi kadar kaslı değildi, yüzünün de eti ve feri gitmişti. Gözaltlarında gördüğüm yeni oluşmuş morlukların ve gözündeki sürekli kanlanmanın sebebi uykusuzluk değil gibiydi. Doğu'nun dudakları arasında tebessüm görmeyeli uzun bir zaman olmuştu.
![](https://img.wattpad.com/cover/154589283-288-k144481.jpg)