Maç bitmişti ve arabaya binmiş gidiyorduk. Doğu hariç diğerleri çok alkol aldığı için Emrah ve Zeynep'i yol üzerimiz olduğu için biz bırakacaktık. Emrah, ön koltuğa oturup Doğu'yla maçı yorumlarken Zeynep arka koltuğa benim yanıma oturmuştu. Ben Doruk'un pusetinin yanında otururken Zeynep cam kenarındaydı.
Doğu'yu, hiçbir şey olmamış, hiçbir şey yapmamış, çok normal öylesine bir gün geçirip eve dönüyormuş gibi bir tavırla futbolcuları, hakemi, teknik direktörü yorumladığını izliyor ve gördüğüm şeye inanamıyordum. Bir galeriyi kundaklayıp, yakıp, onca arabaya ne olduğu belli olmazken, o adam ne halde bilmezken o hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu hayatına. Hiç korkmuyor muydu? Aniden birisi karşısına dikilip ona bu yaptığının hesabını sorarsa diye? Kendinden ya da benden, hatta belki Doruk'tan?
Ben korkmaya başlamıştım.
Çünkü kumar, mafya babaları, para, araba; bunların döndüğü yerde bunu yapmak bu kadar kolay olmamalıydı. Doğu neyine güveniyordu bilmiyordum, o adama üzülmemiştim, sadece kendimi ve oğlumu düşünüyordum. İçimi bir endişe kaplamıştı.
Doğu'nun yaptığı barizdi ve ya yakalanırsa? düşüncesi aklımı kemiriyordu.
Ama o şu ana kadar yaptığı hiçbir şeyin hesabını vermemişti. Birisini bıçaklamanın, dövmenin, saldırmanın, şaibe yapmanın, sahte evrak hazırlamanın, daha bilmediğim, Batuhan ve Kerem'in bana anlattığı ama hatırlamadığım pekçok şeyin. Hiçbirinin hesabını vermemişti. Vermeyecekti de. Yine de bu farklı değil miydi? Galerici birisinin de tanıdığı çoktur, bir şeylere güveniyordur, arkası sağlamdır diye düşünüyordum. Doğu korkmasa bile ben bu durumdan korkuyordum.
Ona baktım. Emrah'ın anlattıklarını dinliyordu. Şunu fark ettim: Bilmediğim o kadar çok şey vardı ki hakkında... Hatta bana hiçbir şey anlatan bir adam değildi, onu bile fark etmiştim. Bu AVM üzerine rezidans olayını ben hariç herkes biliyordu ama ben bilmiyordum? Arkadaşlarının mesleklerini, kimlerle görüştüğünü, çevrelerinin bu kadar geniş olduğunu ve herkesin herkesi tanıdığını, bir bağlantıları olduğunu... Onun ben ve Doruk harici çok geniş bir hayatı daha vardı ama benim tek hayatım o ve Doruk'tu.
O an ne kadar salak olduğumu fark ettim, o masada, şu an bu arabada. Kafasını dağıtmak için gideceği yerleri, konuşacağı arkadaşları, 'işime yarayan-yaramayan, beni çıkarları için kullanan-kullanmayan, eğlendiğim-iş yaptığım' arkadaşları ayrımları bile vardı. O kadar çok kişiyi tanıyordu ki işine lazım olduğunda kimi arayacağını biliyor, eğlenmek istediğinde kimi çağıracağını biliyor, 'aile' hissi almak istediğinde ilk kime dayanacağını biliyordu. Şunu fark ettim: Doğu'nun hayatı çok, çok güzeldi.
Benimkisi ise öyle değil.
"İyi misin İkra?" Yanımdan gelen Zeynep'in sesini duyunca donuk ve hüzünlü bakışlarımı ona çevirdim. Sesi kısıktı, Doğu ve Emrah maç hakkında konuşurken o benim için endişelenmiş gibi bakıyordu. "Tüm gün hiç konuşmadın. Rengin de biraz solmuş görünüyor. Kendini kötü mü hissediyorsun?"
Düşündüklerimi ve hissettiklerimi çok çabuk ele veren salak bir insanım. Suratıma biraz bakan ufak bir sorunum olduğunu dahi anlar.
Hafif yutkundum. "İyiyim," dedim. "Biraz karnım ağrıyor sadece."
Hafif başını salladı. Halimden anlıyor gibiydi, üzerime gelmedi. "Her cuma kızlarla kafe buluşması yapıyoruz, biraz da alışveriş," Duraksadı. "Sen de gelmek ister misin? Geçen hafta baya lafın geçmişti."
Doğu'nun hayatını daha derinlemesine bilmek, bildikçe farkındalıklar yaşamak, ne bok yediğini ve nelerin suyunun nerelerden aktığını öğrenmek bu kızların oturdukları kafe masalarındaydı, bunu anlamıştım. Doğu'nun hayatının daha da derinlerini bilmek istiyor muydum emin değildim, çünkü salağın teki olduğumun farkındalığını yaşamak, onun ne kadar güzel ve geniş, benimse ne kadar kötü ve dar bir hayatımın olduğunu fark etmek psikolojime hiç iyi gelmeyecekti. Bunu biliyordum.