Anahtarla kapıyı açıp evin içine girdiğimizde; evin karanlığı, havası, o boğuk kokusu bile beni boğazlayacak gibi oldu. Karşımda gördüğüm ayna, hemen yan tarafta duran Doğu'nun Fener montu, ilerideki mutfağın açık kapısı, Doruk'un salonun girişinden görünen yumuşak battaniyesi bile; üstüme üstüme gelip nefesimi kesecek gibi oldu. Kavga etmek istemiyordum, enerjim ve halim yoktu, kendimi çok yorgun hissediyordum.O yatak odasına giderken gözlerim dolmaya başladı. Arkasından küçük adımlarla onu takip ederken ayaklarım geri geri gidiyordu sanki. Yürüyüşünden, omuzlarından, sırtından, kolunun görünen kısmının gerginliği ve damarlarından bile; kanımı emecek bir vampir gibi yerini kolladığı belliydi.
Yatak odasına girdim, o Doruk'u beşiğine uzatmıştı, bana bakmadan kilitli çenesiyle kolundaki saati çıkardı ve yerine fırlatırcasına bıraktı; siyah gömleğinin kollarını açmaya başladığı sırada benim bakışlarım yatağa gitti. Aklıma dün gecenin ne kadar iğrenç ve korkunç olduğu, bana kendimi ne kadar kötü ve değersiz hissettirdiği, kardeşiyle oyun oynamaya gittiği gelmişti; yataktan gözlerimi kaçırıp arkamı döndüğümde de giyim odasının açık kapısı ve kasanın içinde bulunduğu dolap kapaklarını gördüm. Nereye dönüp baksam yeni bir şey üzerime gelip devirmeye çalışıyordu beni; onun da sesli sesli soluması ve hareketlerinden birazdan üzerime köpek gibi saldıracağı belliydi. Ona hastayım dedikten sonra çardağa oturmaya gittiğimi, yabancı bir erkek olmasının hesabını soracaktı bana.
Boğazımda bir yumru oluştu ve başım döndü, vücudum çok sıcaktı; gözüm karardı. O çok güçlü ve saldırgan görünürken ben çok güçsüz ve kırılgan bir haldeydim, makyaj masama tutunarak ayakta kalmaya çalıştım ama gözüm kararıyordu. Vücudumun ısısı ve hissettiğim gerginlik mideme vurdu. Bir anda gün içinde yediğim her şey -gün içinde birkaç cookie harici hiçbir şey yememiştim- ağzıma geldi. Elimi ağzıma kapatıp kararan gözlerimle banyonun içine girdim. Ayakta zor duruyordum ama yere çöktüm; öğürerek içtiğim su ve sütü kustum, gözümün önündeki karanlık öyle parıltılı bir haldeydi ki hiçbir şey göremiyor ve kusarken bayılacak gibi hissediyordum.
Doğu'nun saçımı ve alnımı tuttuğunu hissettim, galiba adımı da söylüyordu, duyamıyordum; göremiyordum da. Sadece vücudumun kontrolünü kaybetmiş bir şekilde öğürüyor ve her an kafam düşecek gibi hissediyordum. Vücudumda hiç, hiç güç yoktu; gerçekten birkaç gündür çok yetersiz beslenmiştim ve yaşadığım değersizlik tecrübeleri beni içten içe çok üzmüştü.
Bir süre midemdeki her şeyi çıkararak safra kusmaya devam ettim. Sonra Doğu beni ayağa kaldırdı, ağzımı ve suratımı yıkadı. Üstüm başım leş gibi olmuştu. Suratıma, enseme, omuzlarıma su tuttu; defalarca adımı söyleyip suratıma birkaç tokat vurdu, ama ben ona cevap verebilecek bilincimi bulamıyordum. Gözlerimin önünde siyah transparan bir perde, onun arkasında endişeli gözleriyle bana bakan Doğu var gibiydi; hiç tepki verip konuşamadım.
Beni kucağına aldığını ve yatağa yatırdığını hissettim. Ama yattığım yerde de baygın gibiydim, kafamı dik bile tutamayıp sağa sola çeviremiyordum; kendini kilitleyip bırakmıştı vücudum. Doğu suratıma birkaç tokat daha vurdu, kendime getirmeye çalışıyordu beni, adımı söylüyordu yüksek bir sesle ve Doruk da uyanmış ağlıyordu.
Kendime geldim.
Gözlerim açıldı, o transparan siyah perde kalktı; Doğu'nun üzerime eğilmiş ve sadece korkuyla endişe barındıran suratı, açılmış büyük tedirgin gözleri, suratım üzerindeki elini gördüm. "İkra?" diye adımı söyledi ve ses tonu onun normal ses tonundan çok uzaktı.
"Doğu." dedim yapış yapış olmuş bir sesle. Yutkundum ve bu yutkunma canımı, boğazımı acıttı. "Midem bulanıyor."
"İkra sen iyi değilsin." dedi hızlı bir şekilde üzerimden çekilerek. "Hastaneye gidiyoruz."