Hayatta başınıza gelen şeyleri çok büyük bir çabayla kontrol etme çabası yaşadınız mı hiç? Tanıdığımız insanlar, gördüğümüz yüzler, konuştuğumuz sözler, öylesine geçip giden diyalogların arkasında yatan kendimiz için en iyisini, en doğrusunu istediğimiz; bunun uğruna önümüze ne çıkarsa kontrol etmeye çalıştığımız bir süreç.
Benim başıma gelen, yaşadığım tam olarak buydu. Kafamda her şey çok öncesinden yerine oturmuş bir haldeydi: Kazandığım okulu başarıyla bitirecek, bir sürü dost edinecek, güzel anılar biriktirecek, engebesiz bir yolu dümdüz yürüyecek ve hayallerime ulaşacaktım. Bir cümle içinde ne kadar kolay görünüyor ve okunuyor öyle değil mi? Üç yıllık sürece dönüp bir göz attığımda ise hedeflediğim her şeyin tam tersini yaşadığımı, hedeflerimin de başıma yıkıldığını görüyorum.
Çünkü benim karşıma bir adam çıktı.
Öylesine, bir gecede, aniden hayatıma giriverdi. Benimle çok bir işi olmaz, yürür yoluna gider diye düşündüm; ama o beni kendi yolunda sürükledi. Dizlerimde, dirseklerimde, bileklerimde acılar ve sıyrıklar bıraktı, bende hiç kapanmayacak yaralar açtı, beni bir uçuruma getirip kanatlanıp uçmamı bekledi. O güçlü, zengin, bencil, adi birisi; tırnaklarını da kaderime böyle geçirdi.
Suç bende.
Suç bende çünkü ben bir aptalım. Ona bunları yapması için, hayatıma müdahale etmesi için bu fırsatları ben verdim. Kolay yolu seçtim. Sırf onda güç var diye başıma gelen ufacık zorlukta ona sığındım, tüm sığıntılarım zamanla onu bana evleştirdi, artık gidecek hiçbir yerim yok ve başımda dev bir bela var. Eğer ona bu kadar izin vermeseydim, her zorlukta halletsin diye ona kaçmasaydım, savunmasız anlarımdan yararlanmasına izin vermek yerine karşısında dimdik dursaydım şimdi içinde olduğum çukurun en dibini bilmiyor olacaktım.
Ona baktım.
Yine aynı haldeydik.
Bir sinir krizi geçirmiştim adeta. Annesini yollamış, ikimiz tek başımıza kalmıştık; çok hararetli bir kavga ettik saatler boyu. Ona saldırdım, vurdum, canını yakmak için çok ağır laflar söyledim, elime bıçak alıp üzerine yürüdüm, onu kesmeye çalıştım, ona zarar vermeye çalıştım. O ise beni dizginleyip sakinleştirmek adına bir şeyler söylüyordu ama bu halde sakinleşmemin imkanı yoktu.
Şimdi o dev kavgadan sonra yine hep baktığı bahçenin camının önüne geçmiş, ellerini eşofmanının cebine sıkıştırmış, kafasındaki düşüncelerle dışarıyı ve sık sık camdan benim yansımamı izliyordu. Cam yansımasından gözlerimiz birbirine her değdiğinde bakışlarım sertleşiyordu fakat ağlamam durmuyordu. Saatlerdir kesintisiz koltukta dizlerimi göğsüme çekmiş halde ağlıyordum. O ise derin nefesler alıp vererek bu hıçkırıkların kesilmesini bekliyordu.
Bir şey söylemiyordu çünkü söyleyecek hiçbir şey yoktu ikimiz için de.
Kendi hayatıma sıçmıştım, başıma gelen tam olarak buydu. Okul, başarı, güçlü kadın olma hayalleri kurarken; bölüm sonuncusu, staj yapmamış, Yozgat'ta bir eve kapatılmış bir mahkum olma gerçekliğini yaşıyordum. Üstelik içimde koparıp atamayacağım kadar büyük bir bela yaşıyor, her an daha da büyüyordu.
Burnumu içeri çekip bileğimin tersiyle gözyaşlarımı silerken Doğu bundan sıkılmış gibi "Ağlama artık." dedi.
"Elimde değil,"
"Büyütüyorsun."
Bu söylediğine ani bir sinir yükselmesi yaşadım, derin bir nefes alıp buğulu gözlerimle ve titrek sesimle "Hayatıma sıçtın," dedim. Söylediğim doğruydu ve gerçekliğinin acısı sesimden okunuyordu. "Şimdi de büyütüyorsun diyorsun."