81

2.1K 108 204
                                    

Yozgat'a geldiğimizde saat sabah 7.30 gibi bir şeydi.

Alara, ben, Doğu ve Doruk. Dördümüz de çok yorgun görünüyorduk ki öyleydik; 10 saatten fazla yolculuk yapmıştık. Yolculuk arasında durup bir tesiste yemek yemiş, kahve içmiş, dinlene dinlene gelmiştik. Yozgat'a ulaştığımızda hepimiz çok yorgun ve bitkin görünüyorduk.

Yozgat'taki o evin içine girdik. Doğu'nun elinin iziyle kapılarının açılıp kapandığı, beni neredeyse bir yıl boyunca hapsettiği, onunla tek başıma kaldığım, hamileliğimin neredeyse tamamını geçirdiğim, evin her bir karışını ezbere bildiğim, Doğu'yla ilk evimiz. Nikahımızın kıyıldığı, kavgalarımızın başlayıp bittiği, birbirimizi yiyip bitirdiğimiz, buna rağmen neredeyse her gün sevişip durduğumuz, onun beni benim onu büyüttüğüm ev. Bahçesindeki ağaçların altında hamileliğimin en yoğun aylarını geçirdiğim, Doğu'nun bahçedeki büyük oturakta beni hep kucağına aldığı, büyük vişne ağacının altında hamile göbeğime kafasını yaslayıp gözlerini kapattığı, her şeyin başlangıcı olan evimizde.

Burası bizim ilk evimizdi Doğu'yla. Onun beni almak için verdiği savaşları gerçekleştirdiği ev. Benim ondan kurtulmak için neredeyse bir sene boyunca direndiğim ev. Mutfağında, salonunda, banyosunda; her yerinde bizim olduğumuz ev. Bizim evimiz.

Gelir gelmez Doğu yatıp uyudu. Ben de Doruk'u uyuttum emzirerek, beşiğine koydum. Alara'yı da misafir odasına yerleştirdim. Kendim de Doğu'nun yanına kıvrıldım. Göğsüne kafamı koydum. Ona sarılıp uyudum.

Doruk'un ağlamasıyla uyandım. Öğlen 2 gibi bir şey olmuştu. Doruk'u beşiğinden alıp Doğu'ya baktım, hala uyuyordu. Yatağın içinde ışığı yanan telefonuna gözüm gittiğinde ise annesinin aradığını gördüm. Neredeyse uyurken 20 kere aramıştı.

Derin, sinirli bir nefes verdim.

Yolda gelirken de defalarca aramıştı. "Neredesiniz? Ne kadar kaldı? Ankara'ya yaklaştınız mı? Hiç kendi evine gitme bu gece gelin burada kalın, sabah gel sana kahvaltı hazırlayacağım, bak tüm aile burada, herkes seni bekliyor, getir bana Doruk'u göreceğim, sen sabah erkenden gelmezsen biz geliriz" gibi şeyler söylemişti. Doğu da geçiştirdikçe geçiştiriyordu ama benim içim öyle bir sıkılıyordu ki bu duruma kendimi patlayacak gibi hissediyordum. Ortadan ikiye ayrılacak gibi. Annesinin o meraklı, hevesli, Doğu'yu ve Doruk'u göreceği için belli etmemeye çalışsa da tir tir titreyen sesi; arkadan gelen kalabalık uğultuları, yanında Büşra olduğuna emin olduğum kızın "Anne yaklaşmış mı? Buraya geliyor mu?" diye soran o ezik, ince tonu... Nelerle karşılaşacağımı bilmiyordum Yozgat'ta ama tahmin etmek zor değildi. Buradan gittiğimizde muhtemelen bir savaş alanından çıkmış gibi olacaktım.

Yozgat bana şu ana kadar hiç iyilik, güzellik getirmemişti; şunu biliyordum ki yine getirmeyecekti.

Alara ve Doğu uyumaya devam ederken ben kucağımda Doruk'la kahvaltı hazırlamaya başladım. Bir yandan da cookie için tereyağını eritiyordum. Bu evi, bu mutfağı görünce Doruk'a hamileyken her zaman şu masada oturup bir bardak koca süt, yanına da cookie ile kahvaltı yaptığım gelmişti; bu canımı yine cookie ve süt çektirmişti.

Bunu Doruk'a anlattım: "Annem sen burada büyüdün karnımın içinde." dedim. "Sen büyürken ben her gün şu sandalyede oturur süt içer, kurabiye yerdim. Bir yandan da baban ve o cadı babaannenle savaşıyordum." Duraksadım. "Bana bak Doruk, o cadı babaannene kendini sevdirirsen gebertirim seni. Sevdirmeyeceksin. Benim oğlumsun sen, düşman olacaksın onlara. Anladın mı?"

Boş gözleriyle yüzüme bakan emzikli suratına baktım. Bakışları o kadar boş, masum ve tatlıydı ki dayanamadım; kıkırdadım. Hem burnunun ucunu hem de o kocaman, beyaz, etli tombul yanağını ısırdım. Suratını defalarca öptüm. Ne öpmeye doyabiliyordum ne sevmeye. Sıkı sıkıya sarıldım ona ayaktayken. O da küçük kollarını bana sardı gülümseyerek. Ayakta sarılarak onunla sımsıkı durduk öyle.

laylaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin