Sabahı düşünerek etmiştim.Gözüme bir damla dahi uyku girmeden buz gibi bir sabaha ulaşmıştım. Hava zaten kapalı, soğuk, kasvetliydi; üstüne yaşananlar öyle bir etkilemişti ki beni kendimi neredeyse kriz geçiriyor sanacaktım. Sabaha kadar ağlamaktan içim dışıma çıkmıştı; düşünceler adeta beni yiyip bitirmişti, üstüne Doğu'nun söyledikleri ve ağlamamı duyduğu halde bana tek bir kelime etmemesi, hatta dönüp bakmaması bile üstüme kalın kalın duvarlar yıkıyordu.
Her şeyi sabaha kadar çok fazla düşünecek alanım olmuştu.
Doğu'nun buz gibi bakışları, bana döndüğü sırtı, soğuk bakışları, ağzını açıp tek kelime etmemesi beni hem aklından hem kalbinden çıkardığını gösteriyordu bana. Doğu çok düşünmüştü, bunu görebiliyordum: Artık hiçbir şeyde bir mantık ve kendini koyacak yer bulamamak onu bu kararı vermeye itmişti. Bana açık açık benden vazgeçtiğini söylemişti.
Ve bu beni hiç mutlu etmemişti.
Kendimi düşündüm. Bunca zaman Doğu'nun beni bırakmasını, ikimizin de kendi yollarımıza gitmemizi, onu bir daha görmemeyi istemiyor muydum? Kendime sürekli söylediğim ve hatırlattığım isteğim buyken şimdi Doğu'yu bir daha görememe ihtimali beni neden bu kadar fazla üzüyordu? Doğu'yu görmeden gerçekten yapabilir miydim, kendime bunu sorup duruyordum ve cevap da buluyordum: Hayır.
Ben Doğu'yu bir daha asla görmemeye istekliydim, evet; ama Doğu'nun beni bir daha görmesine istekli miydim? Doğu'nun başka bir kızla olmasına, benimle kurduğu hayalleri başkasıyla yaşamasına, bana verdiği ilgisini ve şefkatini, hatta tüm imkanlarını başka bir kızın önüne saçmasına hazır mıydım? Doğu'yu başka birine aşık görmeye hazır mıydım?
Hayır, değildim. Hiçbir zaman da hazır olmayacaktım.
Korkudan yüreğimi gümbürdeten bir sürü ihtimal yüreğimin içine filizlenmişti. Hava buz gibiyken Doğu'nun sokağın başında belirip beni arabasına almamasına, oturduğum koltuğun ısıtıcısını çalıştırmamasına, çiçeklerle bana notlar yazmamasına, bir yerde kaldığımda oradan gelip beni almamasına, anlamadığım bir şey olduğunda uzun uzun bana anlatmamasına, gidecek hiçbir yer bulamadığımda onun kapısını tıklatmamaya, yorulduğumda ona yaslanmamaya, ağladığımda gözyaşlarımı silmemesine, devrilecekken beni dimdik tutmamasına, karnım açken beni doyurmamasına, tehlike içinde olduğumda o tehlikeyi yok etmemesine, kötülük kapımda belirdiğinde o kötülüğü bana iyilik olarak çevirmemesine, beni en dar ve karanlık yollardan aydınlık ve ferahlığa çıkartmamasına, bana saçtığı bunca imkanı şimdi dışarıdan izleyecek olmaya hazır mıydım? Hiçbirisine hazır değildim. Doğu'suz bir hayata, Doğu'nun olmadığı bir zamana, dilime, yere ait değildim. Doğu neydi ve bunu nasıl yapmıştı bilmiyordum fakat bir şeyi fark etmiştim:
Doğu bunca zaman bana takıntılı olmuş olabilirdi, ben onu böyle adlandırmıştım, evet; ama şimdi görüyorum ki ben de Doğu'ya bağımlıyım.
Bana döndüğü sırtındaydı gözlerim, sabahın yedisiydi. İkimiz de ayaktaydık. O yeni yeni doğan güneşi ben de onu izliyordum. Hiçbir şey demeden saatlerdir ağlamamı izliyordu. Hiçbir şey demeyeceği de belliydi. Önceden beni sevdiği, benim için savaştığı ve bana acıdığı için kollarının arasına alıp ağlamamamı söylerdi. Şimdi ise beni tanıyan bir yabancı olarak birkaç saat sonra kesilecek olan bağımızı bekliyordu.
Dün beni sevmeye devam eden adam bugün öyle bir vazgeçmişti ki buna inanamıyordum. Aşk nasıl olur da böyle bir şey olurdu? Doğu değil miydi senin önüne dünyaları saçarım, seni asla bırakmam, senden vazgeçmem, hayallerim var diyen? Şimdi nasıl oluyordu da bu soğuk ve beni tanımamazlıktan gelen ve hıçkırıklarımı duymuyor gibi karşısındaki güneşe kilitlenen kişi aynı oluyordu? Nasıl?