Doruk'la öyle ne kadar kaldık bilmiyorum; birbirimize sarılarak, birbirimizi öperek, bir yerden sonra birbirimizin yüzüne gülerek tutunduk oğlumla birbirimize. Büyük, iri, sarı bir bebekti kollarımdaki; ama gözüme o kadar küçük, minik ve tatlı geliyordu ki canını yakmadan kollarını, ayaklarını, göbeğini ısırdım bebeğimin. O da ben onu ısırdıkça sesli gülüşlerini bıraktı odaya.
Oğlumu öyle çok, çok sevdim; sımsıkı sarıldım. Sıkmaktan boğacak hale getirdim. Ne kadar öpsem, sevsem, ne yaparsam yapayım yeterli gelmiyordu Doruk için; ona aşıktım. Aşk ya da herhangi insani bir duygu bu kadar güçlü olamazdı. Onun için yapacağım şeyin sonsuz, sınırsız olduğu tek şeydi. Tüm kalbim. Sahip olduğum her şey. Sarı, altın bebeğim.
Babasından aldığı masmavi gözlerinin içine bakarak onu emzirirken Doğu geldi.
Odanın içine girdi; meraklı ve endişeli bir tonda "İkra?" diye adımı söyledi. Attığı güçlü adımlarının sesi odayı titretirken hızla yürüyordu. Yatak odasına gelip yatağın üstündeki beni ve göğsümdeki Doruk'u görünce duraksadı.
Göz göze geldik. Gözündeki endişeli ve sinir barındıran ifadeyi gördüm.
Yanıma doğru adımlayıp yatağın önünde durdu. "Bana haber vermeden nereye gittiğini sanıyorsun sen?" dedi yüzüme bakarken. "Aklım çıktı."
Bakışlarımı yeniden göğsümdeki Doruk'a çevirip hiçbir şey söylemedim. O beni içten içe bu tavırlarıyla, ilgisizliğiyle, 'kız çocuk' takıntısıyla o kadar üzüyordu ki onunla konuşacak bir şeyim yoktu benim. Sürekli Doruk'un ilerisini düşünüp duruyordum. Doğu sıradan Türk babaları gibi dışarıya çok iyi ve sevgi dolu ama kendi oğlundan sevgisini, ilgisini, alakasını saklayan bir adam olursa ne yapardım? Doğu eğer içinden gelmeyerek Doruk'la ilgilenmezse, tüm kalbini ona vermezse 'yap' diye onu zorlayabilecek halim yoktu. Bu konuda çaresiz hissediyor ve ne yapacağımı bilmiyordum.
Yatağa oturup yanıma geldi. Beni çenemden tutup kendi yüzüne çevirdi ve ifademi süzdü, kaşları çatıldı. "Ağladın mı sen?" diye sordu gözlerimi daha yakından gördüğü için.
Kendimi çektim. "Bırak beni." dedim.
Kucağımdaki Doruk'u sallayıp kafasını öptüm. O ise yüzüme bakıyordu hala.
"Bu sefer ne oldu İkra?" dedi bu tavrıma karşılık. "Yine kendi kendine neye sinirlendin?"
Gözlerimi büyülterek ona döndüm. "Kendi kendime mi?" dedim sesimi yükselterek. "Kendi kendime öyle mi?"
"Evet, öyle." dedi. "Ne oldu yine?"
Gözlerinin içine bakarken gözlerim yeniden doluyordu. Ne yaptığını bilmeyen, bilmiyormuş gibi davranan; umarsız, sinir bozucu, bana tepesi atık, ilgisiz tavrına baktım. Başka bir çocukla ilgilendiği için her öğün kendi karısını ve çocuğunu masada tek bırakıp gitmenin hiçbir yanlışı yoktu onun gözlerinde.
"Yazıklar olsun sana." dedim hayalkırıklığı dolu bir sesle.
Söylediğime ve gözlerimin içindeki ifadeye, ses tonuma sarsıldı; ciddi olduğumun ve bir şeyin beni incitmiş olduğunu anladı. Gözlerini kıstı.
Ben onunla daha fazla konuşup muhattap olmak istemediğim için göğsümdeki Doruk'u çektim ve sütyenimle atletimi düzelttim. Doruk kucağımda yataktan çıkıp kapının oraya giderken önüme geçti. Kapının önünde durdu.
"Birtanem ne oluyor?" diye sordu hala kısık gözleriyle.
Kolumu tutmak için elini attı ama kendimi geriye çektim. "Çekil önümden Doğu." dedim.