Evin içine baktım: Harika bir yerdi.
Gri renk kanepeler, beyaz upuzun dönemeçli merdivenler, led ışıklarıyla aydınlatılmış duvar kenarları, büyük bir televizyon ünitesi, o ünitenin üzerinde taştan, mermerden yapılma ağır geleneksel Japon buda büstleri, kocaman bir televizyon vardı. Büstler o kadar büyüktü ki Doğu biraz geri itti ne olur ne olmaz, evde çocuk var diye.
Doruk'u emzirdim saçlarını sağa tarayarak, alnına ve yanağına öpücükler kondurarak. Eline de küçük küçük öpücüklerimi konduruyordum. Bugün hiçbir suçu günahı olmamasına rağmen sinirimi ondan çıkartıp ağlatıp durmuştum. Kendime bu yüzden çok, çok sinirliydim ve içten içe ağır bir pişmanlık duyuyordum.
Doruk uyudu. Kalacağımız odaya geldik, beşik yoktu, Doruk'a yumuşak battaniyelerden yer yatağı yaptım. Etrafına bir sürü yastık koydum hareket ederse ya da dönerse kafasını vurmasın diye. Üstüne sıcak tutacak bir battaniye örtüp görüntüsüne baktım: Elleri yanında, başı sağa yatmış, emziğini emerek uyuyordu. Uzanıp başına bir öpücük kondurdum. Tatlı bir öpücük. "Seni çok seviyorum oğlum," diye konuştum onun bu güzel, masum görüntüsüne bakarken. "Bugün için özür dilerim. İyi ki varsın annem. Altın bebeğim."
Doğu'yla salona geldik, bana burada beklememi söyledi. İçeride mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere gitti, karanlığın içinde turuncumsu hafif bir aydınlık oldu, sonra elinde kocaman bir pastayla bana doğru gelmeye başladı. Dudağımı ısırarak sırıttım.
"İyi ki doğdun İkra, iyi ki doğdun İkra, iyi ki doğdun İkra..." diyordu o da salak sırıtışıyla yüzüme bakarak. Önümde durdu. "Dilek tut birtanem."
Pastaya baktım. Yuvarlak, beyaz, üstünde gül şekilleri olan büyük bir şeydi. "İYİ Kİ DOĞDUN AŞKIM" yazıyordu üzerinde. Ne dileyeceğimi düşündüm ama dileğim belliydi:
Doğu ve Doruk'la çok uzun, sağlıklı, mutlu, beraber, güzel bir hayat.
Mumlara üfledim. Kıkırdadım. Doğu elindeki pastayı sehpanın üzerine koydu, bana çatal uzattı. Çatalı alıp beraber yemeye başladık.
"Kocaman bir pasta," dedim bir çatal alırken. "Kim yiyecek bu kadar Doğu? Çöpe gidecek yazık."
"Ben yerim aşkım."
Ben birkaç çatal daha alıp bıraktım ama Doğu yedikçe yedi. Daha yemesin diye önünden çekip kutunun içine koydum, götürüp içerdeki dolabın içine yerleştirdim.
Salona döndüm. Yorulmuştum. Elbisemi çıkartmak için elim arkasındaki fermuara gitti ama Doğu elimi yakaladı. "Çıkarma." dedi elbisem için.
Kıkırdadım. "Sen mi çıkaracaksın?"
"Evet."
Kucağına çekti beni.
Birbirimizin ağzını uzun uzun yedik. Sonra kanepenin üzerine uzanarak yaptık. Elbisemi ve ayağımdaki topukluları çıkartmamıştı, ben çıkartmak istesem bile izin vermedi çıkartmama.
"Neden çıkartmadın?" diye sordum o göğsümde nefeslerini düzene sokarken.
"Çok güzel görünüyorsun."
Ellerimi saçları arasına geçirdim. Altın saçlarını okşadım parmaklarımla. "Bayılıyorsun kırmızı giyinmeme."
"Evet."
Kıkırdadım. "Boğa erkeğisin işte. Boğalar da kırmızı görünce senin gibi saldırıyor."
O da güldü bu dediğime. Kafasını göğsümden kaldırıp dudağımı öptü. Üstümden çekilip toparlandı, düğmeleri açık ama hala üstünde olan gömleğini ve pantolonunu düzeltti. Telefonunu eline aldı.