Uzun bir süredir dolu gözlerimle, dokunsalar ağlayacak bir şekilde hareketsiz camdan dışarı bakıyordum. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ya da başıma ne geleceğinden hiçbir haberim yoktu. O gideceğiz dediği andan itibaren arabanın kapılarını kilitlemiş ve adeta bir savaş başlatmıştı. Konuştum, söyledim, yalvardım, bağırdım, ona vurmaya da kalkıştım; ama hiçbir etkisi olmadı. Kafasında binden fazla tilki dönüyormuş ve adeta kurşun yese kurşunu göğsünden çıkartıp bir kenara atarak düşünmeye devam edecek bir haldeydi. Anlayamamıştım, ne olduğunu sezememiştim; çünkü onu daha önce hiç bu halde görmemiştim.
İçimdeki endişelerden önce korkular baş göstermeye başlamıştı artık. Bir süredir içinden geçtiğim duvarları düşündürmüştü bu uzun ve çaresiz yolculuğum bana. O benim hayatıma bir anda girmişti. Bir gecede. Darmadağın bir haldeydim ve sarhoş olmuştum, o da kavga etmişti birisiyle, yanıma oturmuştu. Bir sürü yalan sıralamıştım. Babam bir muhasebeci demiştim ve hiç yaşamadığımız anıları anlatmıştım kıkırdayarak sanki gerçekmiş gibi. O da bunları dinlemiş ve beni anlamlandırmaya çalışmıştı. Kim olduğunu, adını, onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum ve o da benim kendim hakkımda anlattığım kadarını almıştı. Dans etmiştik, gülmüş, gülmekten ayakta duramayacak hale gelmiştik; gece durmadan ilerledi ve ben kendimi onun kucağında her nasılsa ağlıyor bir halde bulmuştum. Belki de gece boyunca söylediğim yalanların doğruları sabaha doğru aklıma gelmişti. Ve bu hatırladığım gerçekler beni hiç mutlu etmemişti, bu yüzden kendimi onun kollarına atmış ve birlikte olmak istemiştim. O anı çok net hatırlıyordum: gerçekten istemiştim. Doğu da sanırım beni her önüne gelenle yatan bir kız olarak, tek gecelik bir şey görmüştü. Sabah uyandığımızda bir daha asla birbirimizi görmeyeceğimizi düşünmüştü. Ama o böyle olmadığını fark ettiğinde, ve sabah uyandığında, adını bile bilmediği-çünkü ona doğrusunu söylememiştim- benim peşime düşmeye başlamıştı. Belki de hurafeler gerçekti: Kaçan gerçekten kovalanırdı. Ondan her yerde kaçmıştım. Karşıma bir sürü farklı şekilde çıkmasına rağmen kaçmıştım hem de. Her köşede, her yerde, her zaman... Ben gittikçe o gelmişti. Bir gün aniden, yağmurlu bir anda, işimin çıkışına gelip "Ben çok düşündüm," demişti. "Sana aşık oldum." Ipıslak bir halde yağmur bizi eritiyordu orada adeta. Şoka girmiş gibiydim ve söyleyecek hiçbir şey bulamamıştım. Çünkü o zaman Doğu İzoğlu olduğunu öğrendiğim kişinin tek gecelik ilişkisiyle gönül eğlendirmek istediğini düşünmüştüm. Sıkıcı hayatına bir eğlence getirmiştim belki de o sıralar. İçim ısınmadı, binbir kuşku her yerimi sardı, ilk başlarda onun hakkındaki her şey çekici gelse de ihtimaller beni ne kadar uzak tutabilirse o kadar tuttu ve istemedim. İstemediğimi söyledim. Kabullenmedi. Peşimden gelmeye devam etti. Böyle 3-4 ay geçti. Sürekli yanıma gelmenin kestirme bahanelerini buldu ve bir şekilde dikildi karşıma. İhtiyacım olduğunda el uzattı, korunmam gerektiğinde kalkan oldu, düştüğümde kaldırdı; ellerimi bırakmamak üzere ellerinin arasına aldı. Ve bunları yaparken, eğer arkaplanda benim adıma, beni hançerleyecek her ne çevirdiyse bana asla fark ettirmedi. Fark etmedim. Belki ilk başta düşündüğüm gibi gerçekten gönlünü eğlendiriyordu, ya da "Seninle evleneceğim." dediği her anda bunun alt yapısını hazırlamıştı... Bir şekilde bugün buralara gelebildiysek hepsini o yapmıştı çünkü ben daima onu bırakma taraftarıydım. Ama onu bıraktığım anlarda bile bana sımsıkı tutunan o yeniden tırnaklarını etime batırmıştı ve tutunmuştu bana işte.
Yeniden.
Onun iki yüzü olduğunu düşünürdüm hep, ama şu anki hali gösteriyordu ki onun iki bin yüzü vardı; ve ben şu an hangisini görüyor ve bu gördüğüm yüzle ne yapacağımı bilmiyorum.
Başımı uzun bir süre sonra camdan çevirip ona baktım. Sol dirseğini cama yaslamış ve sol elinin yumruğu dudaklarındaydı, kaşları çatıktı; sağ eliyle direksiyonu tutuyor ve sürdüğü sürece çok derin düşüncelerin içinden kıl ayıklıyor gibiydi. Ormanlık bir yoldaydık ve gidiyorduk saatler boyu durmadan.