Sırtım sıcak ve yumuşak yatakla buluştuğunda aynı zamanda alnıma kondurulmuş ıslak ve küçük öpücüğü hissetmiştim, devamında vücuduma sarılmış kollar üstümden çekildi.
Gözlerim hafif aralandığında havanın çok az ışıdığını, İstanbul'daki evde olduğumuzu ve Doğu'nun yorgun gözleri ve surat ifadesiyle karşılaştım.
Ben arabada uyuyakalınca ara vermeden sürmüş ve buraya kadar taşımış olmalıydı.
"Doğu?" dedim hafif toparlanarak yatakta. "Saat kaç?"
Üstündeki montu ve saatini çıkarıp komodinin üstüne koyarken çok yorgun görünüyordu.
"Beş buçuk," dedi. Sonra yatağa adımlayıp yorganı kaldırdı ve yanıma girdi. On saatten fazladır araba sürdüğü için oldukça yorulmuş olmalıydı.
Kollarını etrafıma dolayıp beni kendisine çektiğinde ben de hala çok yorgundum, gözlerimi kapatıp kendimi uykunun kollarına bırakmaya çalıştım.
Yatakta, Doğu'nun kolları altında biraz dönüp durdum ve uykuya dalmayı denedim, ama olmuyordu.
Doğu kafasını koyduğu gibi uyumuştu ama ben uyuyamamıştım. Yataktan çıkmak için Doğu'nun kolunun altından çıkmayı denedim ama buna izin vermedi. Sıkı sıkıya tutup kendisine çekiyordu.
"Uyu İkra," diye konuştu boğuk uykulu sesiyle.
"Uyuyamıyorum." dedim. "Uykum yok."
"Kuzu say, uyursun,"
Tuttuğum nefesimi verdim. "Uykum yok Doğu," Kolunu üzerimden çekmeye çalıştım. "Bırak beni."
Doğu kolunu üzerimden çekerek yatakta doğruldu. Yüzünü ellerinin arasına alıp derin bir nefes alıp verdi. Huysuz ve mızmız gibiydi. Ona bakıyordum.
"Senin de mi uykun yok?"
"Vardı," dedi yorganı üstünden kaldırıp ayağa kalkmadan önce. "Kaçırdın."
On saat araba sürmesini hesaba katarsak gerçekten yorgun olmalıydı. "Özür dilerim." dedim.
Bilgisayarını alıp yatağa geri dönerken gözleri uykusuzluktan kan kaçağı gibi olmuştu ama onu tanıyordum: Bir kere uykusu kaçtıysa daha uyuyamazdı.
Yatağın içine girip bilgisayarını açtı ve bir uygulamaya girerek sayılar yazmaya başladı. Mimarlık ve inşaat üzerine geliştirilmiş özel bir uygulamaydı; benim de az çok anlayabileceğim işlemler ve çizimler yapıyordu. Ki yaptığı şey çok güzeldi.
"Ne yapıyorsun?" diye sordum kafamı uzatıp yaptığına bakarak.
"Yeni gireceğimiz ihalenin projesi," dedi. "Hamam bölümünü tasarlıyorum ama daha farklı bir şey yapmak istiyorum, klişe bir şey olsun istemiyorum,"
Neyin farklı olabileceğini düşündükten sonra "Arka plana mermer görüntüsü yerine tablolar koysan?" diye sordum. "Eski Türk tabloları, hamam kültürüne uyacak şekilde, Kaplumbağa Terbiyecisi gibi falan,"
Doğu bakışlarını bana çevirdikten sonra kaşını havaya kaldırdı. "Olabilir aslında," dedi bu söylediğim kafasına yatmış gibi. "Aferin kız."
Güldüm. "Bana da pay verirsin artık?" dedim.
Dudağını alnıma değdirip çektiğinde "Tüm mal varlığım senin..." dedi.
Sonra Doğu ile beraber hamam bölümünü tasarlamaya başladık. Eski Türk tabloları bulup yer yer yerleştirdik; çok güzel bir şey çıkmıştı ortaya. Garip bir şekilde hiçbir konuda anlaşıp fikir birliğine varamayan biz konu iş olunca ortak gibi işbirliği yapmıştık. O da ben de zevk almıştık bu durumdan. Eğlenmiştik ve gülmüştük.
