30bin kelimelik çok uzun bir bölüm. parçalara, hatta günlere bölerek okumanızı öneririm.
keyifli okumalar
-
-
-
-
-
-
-
-
Doğu'yla evin önünde yine çok hararetli; itişmeli kakışmalı, hakaret ve bağırışma dolu, saygısız bir kavga ettik. Ben ona vurdukça o benim elimi kolumu tuttu; çekiştire çekiştire evin içine girdik. İkimizin de gözlerinden ve sesinden alev çıkıyordu çünkü Doğu 'Beni kaybedince' dememe çok, çok sinirlenmişti.
Kavga nasıl bitti hatırlamıyorum ama sinirimi çok net hatırlıyorum. Elim ayağım titriyordu sinirden. Ettiğimiz hakaretleri, söylediğimiz sözleri, ağzımızdan çıkan lafları hatırlamıyorum ama tonlarımızı, birbirimizin üstüne yürüyüşümüzü, itişmemizi çok net hatırlıyorum. Zihnimin içinde bir şey kalmamıştı artık. Her gün. Her gün yaşanan aynı şeyler.
Ben yatak odasına gidip Doruk'un yanına kıvrıldım, Doğu da çalışma odasına gitti. O uyudu mu bilmiyordum ancak ben sabaha kadar uyumadım. Döndükçe döndüm, düşündükçe düşündüm, Doğu'ya bir ısındım bir soğudum, sinirim bir gitti bir geldi, nefretim bir varoldu bir kayboldu, kafamın içindeki planlar bir mantıksıza düştü bir mantıklıya.
Yine de ne olursa olsun gözümün önüne Yozgat'ta yaşadığım bu cehennem gelip duruyordu. Tam anlamıyla bir cehennem. Her gün, beni her gördüklerinde üstüme saldırılıp durulması, edilen hakaretler, kimsenin beni kabullenmemesi ve asla kabullenmeyecek olmaları, hepsinin çok zengin ve güçlü insanlar olup benim elimde avucumda hiçbir şey olmaması, yok sayılmam, aşağılanmam, hor görülmem... O kadar çok şey yaşamıştım ki Yozgat'ta. Burası adeta benim mezarımdı. Her gidip geldiğimde mezarıma geri yatıyor, geri çıkıyor gibi hissediyordum kendimi. Kaçışım, kurtuluşum yoktu.
Sabah ezanı okunduktan bir saat sonra uykuya hiç dalamayacağımı anladım. Doğu'nun da uyumadığını biliyordum. Yataktan kalktım, Doruk'u öptüm, banyoya gidip kendime baktım: Leş gibiydim. Gözaltlarım mosmordu ve çok yorgun görünüyordum. Hemen gözümün altına kapatıcı sürdüm ve hafif bir makyaj yapıp saçımı topladım. Mutfağa gittim. Hem kendime, hem Doğu'ya kahve hazırladım.
Çünkü Doğu'yla konuşacaktım.
Konuşmayı deneyecektim.
Kavga etmeden, düzgün ve sade bir dille ona kendimi anlatarak, beni anlaması için durumumu ve kafamın içinde düşündüğüm şeyleri aktararak; Doğu'dan bana empati yapmasını isteyecektim. Aramızda çok büyük bir iletişimsizlik, iletişim sorunu vardı, evet; çözülecek gibi de değildi hem onun, hem kendimin inadını göz önünde bulundurduğumda. Ama denemek zorundaydım. Doğu'ya kendimi anlatmak, hakkım olanı söke söke almak, bu hayatı bebeğime ve kendime yaşanılabilir kılmak zorundaydım.
Salona kahvelerimizi koyup derin bir nefes alarak Doğu'nun çalışma odasına gittim. Tahmin ettiğim gibi elinde kalem, gözünde gözlük, önünde A1 bir kağıt; proje çiziyordu. Odasının içine girdim.
"Günaydın." dedim soğuk bir sesle ve sesim kendime de yabancıydı.
Kafasını kaldırıp bana baktı. Dünkü o kavgadan sonra göz göze geldik. "Günaydın." dedi.
Derin bir nefes alıp dudağımı yaladım. "Salona gelebilir misin?" diye sordum ona. "Kahve yaptım. Konuşmak istiyorum."
"Ne hakkında?"