Sabah, dün gece edilmiş uzun kavgaların zihnimde bıraktığı dev bir baş ağrısıyla uyanmıştım. Yatakta toparlanıp kendime gelirken elim ister istemez başıma gitti, bileklerim hala sarılı olduğu için parmaklarımı zor kullanabiliyordum.
Dün gece uyuyana kadar Doğu'yla kavgamız devam etmişti. İkimiz de isteklerimizi bir sonuca bağlayamadan ya da birbirimize bir şeyi kabul ettirmeden kedi-köpek misali birbirimizi yiyip durmuştuk. Çok şey düşünmüştüm, eminim ki o da düşünmüştü; içinden çıkılamaz bu çukura bir halat uzatmaya çalışıyordu Doğu. Fakat kendisi o derece bencil ve kendini düşünen bir insandı ki, çelişen isteklerimizin bir orta yolu olmayacağını kabul edip kendinkileri bana kabullendirmeye çalışıyordu. Bu uğurda ona her şey mübahtı: Beni ağlatmak, beni yalvartmak, benim hakkıma girmek, hatta küçücük bir çocuğun hakkına girmek, beni hapsetmek, bana zarar vermek...
Doğu'nun mentalitesi hayatının her alanında "Ya benim istediğim, ya benim istediğim, ya da benim istediğime en yakın olanı,"ydı. Bu amcasıyla kavga ederken de böyleydi, şirket için kuzenleriyle yumruk yumruğa kavga ederken de, kendi abisine az arazi verirken de böyleydi kendi babasını hisselerde saf dışı bırakırken de. Doğu bir şeye karar verdiyse onun istediği şekilde olmak zorundaydı yoksa Doğu karşısındaki en yakını da olsa, hatta annesi bile onu uçuruma sürükleyecek kadar hırslıydı.
Şimdi karnımda her an büyüyen günahsız bir canlının da kaderi onun bu hırsı tarafından yazılıyordu. Doğu da ben de farkındaydık: Bu çocuğu dünyaya getirmek bizim için değil, aslında bu bebek için bir felaket olacaktı. Her iki tarafın da muhafazakar ailelere sahip olduğu bir ikilik, birbiriyle duygusal bağı olmayan ve kedi-köpek gibi didişen anne ve baba, hapishane gibi bir ev ortamı, hayata bakışı ve istekleri iki farklı taraf olan iki kişilik. Böyle bir çocuk doğsa, bunca imkanın içinde büyüse bile ne derece mutlu olabilirdi ki?
Hayatımda ilk defa kendim harici birini düşündüğümü hissediyorum.
Elimi karnımın üzerine koydum. Yaşadığım anlık aydınlanma benim için de şaşırtıcıydı, evet: İlk defa Doğu'yu istemediğimi, ondan kurtulmak ve kendi yoluma gitmek istediğimi düşünmek yerine bu çocuğun ne kadar mutsuz büyüyeceğini düşündüğüm için kopmak istiyordum ondan.
Kopmak istiyor muydum? Buna da emin değilim.
Yataktan kalkarken başım döndü ve geri yerime oturdum. Hamile birisine göre çok az yiyor ve içiyordum. Çocuk doğru düzgün beslenememekten gelişemiyordu ve başımı döndüren şey de buydu muhtemelen.
Odadan çıkıp mutfağa doğru adımlarken duvara tutunuyordum. "Doğu?" diye seslendim ama onun sesi ya da buralarda olduğunda bile kendini belli eden o ağır sessizliği yoktu. Fakat mutfaktan sesler geliyordu. İki kişi konuşuyor gibiydi. Mutfağın önünde durduğumda dün duyduğum için tanıdığım o iğrenç sesin "Biz hep böyle olsak anne..." dediğini duydum. "Sen evimde yemek pişirirken ben de yanında seni izlesem. Sonra Doğu gelse..."
Konuşan Büşra aptalıydı. Yine kafasında saçma sapan hayaller kuruyordu. Buraya gelmesi beni çok sinirlendirmişti, anlık olarak çenem kitlendi ve mutfağın kapısını hızla açtım.
Suratları bana döndüğünde Doğu'nun annesinin ocakta yemek pişirdiğini, Büşra'nın da mutfak masasının sandalyelerine oturduğunu gördüm.
"Günaydın kızım," dedi Nermin Hanım ama benim gözlerim kilitlenmiş bir şekilde Büşra'ya bakıyordu.
"Ne işin var burada senin?" diye buz gibi bir sesle konuştum.
O da soğuk bir suratla "Burası benim amcamın evi," dedi. "İstediğim zaman gelirim."