Ben polisin suratına dik dik bakarken söylediğini anlayıp anlamadığımdan emin değildim. Benim hakkımda yakalama kararı olduğunu söylüyordu, belinde kelepçe vardı, birkaç polis arka arkaya dizilmiş direkt olarak bana bakıyordu; bense olduğum yerde ayakta duramayıp her an bayılacak gibiydim. Neredeyse 17 saattir yolculuk yapıyordum ve zaten yorgun olan bedenime duyduğu şeyle hem adrenalin, hem korku yüklenmişti; hepsi birbirine karışıp gözlerimi kararttı.
Benim hiçbir şey söylememe izin vermeden Doğu önüme geçti. Beni arkasına aldı.
Kendisinin Doğu İzoğlu olduğunu, bizim bir aydır yurt dışında olduğumuzu söyledi; neden yakalama kararının çıktığını sordu. Ben söylediği şeyleri duyamıyordum ancak ses tonundan anladığım ve fark edebildiğim üzere Doğu polislerin üstüne gidiyor, baskı uyguluyor ve hesap soruyordu. Polisler Doğu'nun huyuna gitti, bense ağlamaya başlamıştım.
En son Doğu beni kenara çekti. Polisler bakarken korktuğumu anlamıştı. "İkra benim bilmediğim bir şey mi var?" diye sordu.
Düşündüm, düşünmeye çalıştım, ama düşünemiyordum; gözlerim kararıyor ve ayakta durmakta dahi zorlanıyordum. "Yok." dedim ağlar gibi bir sesle. "Yani. Bilmiyorum."
"Ne demek bilmiyorum İkra?" dedi Doğu. "Eğer bilmediğim bir şey varsa söyle. Bak durduk yere havaalanından polis gelip almaz kimseyi."
Bu söylediğiyle şiddetli bir şekilde ağlamaya başladım çünkü gözlerim kucağındaki Doruk'a gidip duruyordu, ben hiçbir şey yapmamıştım ki.
Doğu çok kötü ağlamaya başladığımı fark ettiği için gözümdeki yaşları sildi. "Birtanem ağlama." dedi bana. "Korkma. Ben sana hiçbir şey olmasına izin vermem. Her şeyin içinden çeker alırım seni." Duraksadı. "Ama bana ne olduğunu söylemen gerekiyor."
"Doğu bilmiyorum," dedim elim ayağım titrerken. "Ben bir şey yapmadım."
Gözümün içine bakarken "Benim bilmediğim bir konuşma geçti mi Pelin'le aranızda?" diye sordu.
Pelin?
Düşündüm, evet geçmişti. Yutkundum. Başımı salladım ağlayarak.
Ondan sakladığım için sinirlenmişti, ama bunu şu an sineye çekerek "Ne dedin?" diye sordu.
"Hatırlamıyorum," dedim. "Sürtük, kaltak falan dedim sanırım."
Doğu kafasını çevirip polislere, ve yeniden bana baktı. "Hakaret davasından polisler havaalanına almaya gelmez. İfadeye çağırırlar sadece." dedi. "Başka?"
"Başka bir şey yok." dedim. "Hatırlamıyorum Doğu."
Üstüme doğru bir adım atıp beni çenemden tutarak kendi yüzüne bakmamı sağladı. Gözünü büyültmüş ve benim gözümün içine bakıyordu. "Bak." dedi ciddi bir sesle. "Şimdi karakola gideceğiz. Hiçbir şey söylemeyeceksin. Avukat gelince her ne olduysa avukata anlatacaksın. Tek bir kelime dahi etmeyeceksin birtanem. Anladın mı?"
Karakola gideceğimizi söyleyince çok, çok gerildim; ağlamam iyice kontrolden çıktı. "Neden götürüyorlar beni karakola?" diye sordum. "Ben bir şey yapmadım ki."
"Öğreneceğiz birtanem. Korkma."
"Eve gitmek istiyorum."
Bana yaklaşıp alnıma bir öpücük kondurdu. "Birkaç saate. Söz."
Beni belimden tutarak polislerin yanına ilerletti. Benim korkak, ürkek, tedirgin tavrıma karşılık o buz gibi soğukkanlıydı; soğuk bakıyor ve soğuk, net konuşuyordu. Polislere karakola gidebileceğimizi söyledi. Beni belimden tutarak havaalanının çıkışına kadar getirdi, kimsenin dokunmasına ya da kelepçe takmalarına falan izin vermedi; muhattap etmedi beni kimseyle.