Sabah gözlerimi korkunç bir baş ağrısına açtım.
Kafamın içinde korkunç bir savaş alanı artığı var gibiydi. Öyle ki odanın içine doluşan güçlü güneş daha önce hiç bu kadar rahatsız edici olmamıştı.
Dirseklerimi yatağa yaslayıp hafifçe kendimi yukarı çektim ve buruşuk suratımla gözümün önüne gelen kahküllerimi geriye ittim.
Doğu yatakta değildi, odada da değildi; erkenden uyanıp ya gitmiş ya da aşağıda olmalıydı. Bazen internet üzerinde gönderilen dosyalar yüzünden çok uzun süre çalışması gerekiyordu.
Bu sabah da onlardan birisi olmalıydı.
Omzumdan koluma düşmüş elbisemin askısını olması gerektiği yere koyup yataktan çıktım ve üstümdeki elbiseyi düzeltip banyoya girdim.
Aynada gördüğüm İkra tanıdığım İkra'ya çok uzaktı. Nedenini bilmediğim bir şekilde korkunç görünüyordum, maskaram yüzümde dağılmış ve makyajım da varla yok arası iğrenç bir görüntü oluşturmuştu. Üstelik son zamanlarda çok fazla zayıfladığım için vücudum çocuk vücudu gibi duruyordu ve ben bundan hiç hoşlanmıyordum.
Arkamdaki rafın üstünde duran tokalarımdan bir tanesini çekip aldım ve saçlarımı tepeden topuz yaparak yüzümü güzelce sabunla yıkadım, dişlerimi de fırçaladım. Saçlarımı eskisi gibi açık bırakınca biraz olsun eski halimden iyiydim.
Sadece eski halimden iyi olan bir iyilikti bu.
Banyodan çıkıp Doğu'nun dağınık odasının içine yeniden dalınca gördüğüm şey sinirimi bozdu. Dağınık ortamları sevmezdim, oralarda duramazdım; takıntılı gibi elim ayağım titriyordu böyle şeyleri görünce.
Dağınık yatağı toplayıp Doğu'nun üstünden çıkartıp oraya buraya attığı kıyafetlerini kirli sepetine tıktım.
Odadan çıkıp merdivenleri inmeye başladığımda gözlerim etrafta Doğu'yu arıyordu. Koridordan kafamı mutfağa uzatıp "Doğu?" diye evin içinde bağırdım fakat ses gelmedi.
Onu salonun içine girdiğimde dün bıraktığım yerde, arkası bana dönük bir şekilde bahçe kapısından dışarı boş havuzu izlerken gördüm. Masanın üstündeki yarısından çoğu boş viski şişesine gözlerim gidince kaşlarımı çattım.
"Doğu?" dedim yeniden seslenerek, sadece daha kısık; onun duyabileceği şekilde. "Neden sabah sabah bu kadar içtin?"
Elindeki kristal bardağı döndürüp döndürüp son yudumunu da içtiğinde kasılan çıplak sırtına baktım. Bana doğru döndüğünde yüzündeki hafif kızarıklıktan ve gözlerine oturmuş kandan şimdiden sarhoş olduğunu anlayabilmiştim. Üstelik saat sadece sabahın dokuzuydu.
Daha önceki tecrübelerimden yola çıkarak kendimi şuna hazırladım ki: Doğu sarhoş olunca net konuşan, öküz, sert ve kaba adamın teki oluyordu.
Ve ben onun o halinden nefret ediyordum.
Sendelemeden gidip koltuğa oturdu ve viski şişesine uzanarak kristal bardağına biraz daha viski doldurdu. Salonun iyice içine doğru adımladım ve yanına oturarak viski şişesini çekip elime aldım, "Bırak artık, içme, çok içmişsin zaten," dedim.
O bu kadar sarhoşken beni eve kim bırakacaktı? Doğu'nun evi dağın başındaydı. Ulaşım çok zordu. Dün gece verdiğim taksi parasını bu sabah bir daha veremezdim. Nazan Teyze ve diğer ev çalışanları izinli olduğuna göre Mustafa Abi de izinliydi.
Bu yüzden Doğu ayılana kadar beklemek zorunda kalacaktım.
Gözlerime bana her zaman baktığından çok uzak ifadelerle bakıyordu.