Doğu kendinden geçmiş başka bir yerde gibiydi, ama ben ısrarla çalan zil sesiyle aniden ayağa kalktım.
"Bu kim Doğu?" dedim, gecenin geç saati olduğu için. "Birini mi bekliyordun?"
"Hayır," dedi kendini toparlamaya çalışırken.
Israrla çalıp dururken "Doruk uyanacak." diye telaşla oraya doğru adımlamaya başladım.
Doğu kolumdan tutup beni durdurduğunda üzerimi işaret etti. "Geç içeri," dedi boğuk bir sesle. "Ben bakarım."
Ona kendisini işaret ettim.
"Geç içeri İkra." dediği sırada Doruk'un ağlama sesi gelmeye başlamıştı bile. Gözlerimi sımsıkı kapatıp hemen yatak odasına gittim. Doruk'u kucağıma alırken her kim geldiyse onu gebertmek istiyordum. Hem zor uyuttuğum oğlumu uyandırmış hem de Doğu'yla anımızı bölmüştü.
Doğu'nun biraz bekledikten sonra kapıyı açtığını anladım, sesi gelmişti, her kim defalarca gecenin bu saatinde zile bastıysa çok sinirlenmişti. Doğu böyle şeylerden nefret eden bir adamdı. Çatkapı gelinmesinden hiç ama hiç hoşlanmazdı ama özellikle bu saatte bebek olan bir evde defalarca zile basmak?
Her kim geldiyse dayağı hak ediyor.
Doruk'u sallayarak sakinleştirmeye çalıştım ama zil sesinden korkmuştu, beni görünce biraz kendisine gelmişti, yanağını defalarca öpüp "Buradayım annem." diye kulağına mırıldandım. Bu onu birazcık sakinleştirmişti ama durup durup ağlıyordu.
Sonra odaya Doğu girdi ve yüzünde beton gibi bir ifade vardı.
"Kimmiş?" diye sordum Doruk'u öpmeye devam ederken.
"Pelin," dedi yine beton gibi bir sesle. "İçmiş ve zırlıyor."
Kaşlarımı çattım. "Pelin mi?" dedim şaşırmış bir ifadeyle.
"Seni çağırıyor." dedi. Ağlayıp duran Doruk'u kucağımdan almak için kolunu uzattı. Ona verdim. "Nereden yüz buluyorsa."
Suratımı buruşturdum. Üzerime önden bağlanan uzun bir sabahlık giyerken çok, çok sinirliydim. Doğu da öpücüklerini Doruk'un kafasına kondurup onu sakinleştirmeye çalışıyordu. "Ağlama aslan oğlum benim." diyordu aynı benim yaptığım gibi.
Yatak odasının kapısını kapattım çıkarken, evin kapısının önüne geldim. Doğu kapıyı kapatmıştı. Açtım ve Pelin'le karşılaştım: Makyajı, maskarası, göz kalemi suratında dağılmış ve simsiyah olmuş, gözleri ağlamaktan kanlanmış, üstünden leş gibi sigara ve alkol kokusu geliyor, dokunsam bayılacak gibi görünüyordu.
"Bu halin ne Pelin?" diye konuştum onu görür görmez. "Bu evde bir bebeğin olduğunu bilmiyor musun? Ne hakla basıp duruyorsun gecenin bu saatinde zile?"
Yine ağlamaya başlarken "Özür dilerim." dedi ama bir anlığına sesi o kadar kırılgan çıkmıştı ki ona üzüldüm.
Kollarımı göğsümde birleştirip suratına bakıyordum. "İçeri gelebilir miyim?"
"İyi değilsin Pelin," dedim halinin özetini çıkararak. "Eve gidip uyumak senin için yapılacak en doğru şey şu an."
"Babamla çok kötü kavga ettim," dedi çaresizmiş gibi. "Gidip konuşabileceğim kimse yok. Nolur İkra."
Ona çok, çok sinirliydim; bu yaptığı için gebertmek istiyordum hatta ama gecenin bu saatinde, bu kadar ağlayarak ve kırılgan görünen bir insanı benden yardım istediği halde kapımdan göndermek içimden gelmiyordu. Allah'tan korkuyordum, gerçekten korkuyordum, o yüzden suratımı buruştura buruştura "Mutfağa geç." dedim.