80

1.3K 89 233
                                    

Gözlerimin içine bir cevap vermemi bekler ifadeyle bakarken ne diyeceğimi bilememiş ve yutkunmuştum çünkü bana yapılanlardan, söylenenlerden sonra bunu kabul etmek gururuma ağır geliyordu. Aldığı, yaptığı, imkan verdiği her şeyin lafını yapan bir adam olarak gururumla oynayarak beni ağlatıp, üzüp, yerip duruyordu.

"İstemiyorum senin hiçbir şeyini ben." dedim kucağından kalkmak için hareket ederken. "Lafını yapıp, beni üzüp duruyorsun sonra."

Sımsıkı tuttu vücudumu. İzin vermedi kucağından kalkmama. "Ben sana hiçbir şeyin lafını yapmadım. Hiçbir zaman." dedi sert bir sesle yaptıklarını inkar ederek. "Benim neyim varsa hepsi senin. Bizim. Çocuklarımızın." Duraksadı. "Böyle şeyler söyleme bana."

Suratına baktım dik dik sinirli ifademle. "Geçen gün 'nankör, 60 bin liralık alışveriş yapıyorsun sayemde' derken her şey bizim değil miydi?" diye sordum. "Gözüne batıyor aldığım her şey."

"İkra hiçbir şeyin benim gözüme battığı falan yok." İfadesi ve tutuşu iyice sertleşmişti. "Sen benim karımsın. Tabii ki alacaksın." Duraksadı. "Sen beni çok zorladın o gün. Özür diledim senden."

"Söylediğin şeylerin ağırlığı özür dilemekle geçmiyor Doğu." dedim. "İşine gelince hep aynı laflar. Neyim varsa senin, hepsi Doruk'un, istediğin kadar harca; ama sinirlenince nankör, minnet et." Duraksadım. "Ruh haline göre değişiyor."

Vücudumu tutmaya devam ederken başka tarafa baktı. Derin bir nefes alıp verdi, diğer kolunu da doladı belime. "İkra uzatmasak birtanem?" dedi bana döndüğünde. "Özür diledim senden. Yine diliyorum." Duraksadı. "Özür olarak da bu evi kabul et. Alalım."

Dik dik baktım suratına. O benim yüzümü süzüyordu ben onun; onun bakışları dudaklarım ve gözlerim arasında gidip gelirken ben ifadesine bakıyordum. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum çünkü içimde güçlü bir heves vardı: Fethiye'ye ilk gelişimdi, buranın koylarını ve doğasını, insanlarını, sakinliğini, manzarasını, denizini, gördüğüm o villaları, hayalini kurduğum Doruk'u ve karnımdaki bebeğimi, çocuklarımı düşündükçe o küçük kibrit büyüyüp büyüyüp alev halini alıyordu. Heyecanlanıyordum ister istemez. Çünkü o tepelerde gördüğüm evlerin manzaralarını ve çocuklarımın yaz aylarını düşünüyordum. Onlarla yaşayabileceğim güzel anıları. Otellerde tanımadığımız insanların yanında yemek yemek, suya girmek, geçici bir yerde durmak istemiyordum. Yazlık istiyordum ben. Buraya gelirken isteğim de buydu. İçimdeki istek reddetmeme izin vermedi.

"Fotoğrafı var mı evlerin?" diye sordum.

Doğu sesimdeki heyecanı ve isteği anlamıştı. Beni tanıyordu, ele geçirmeyi de biliyordu, dudağını dudağıma değdirip çekti. Telefonunu eline alıp atılmış linke tıkladı. Bana uzattı sonrasında telefonu.

Dudağımı ısırdım evin videosunu ve fotoğraflarını incelerken. "Ay görmüştüm ben burayı," dedim heyecanlı bir sesle. "Sana gidip bakalım dediğim ev buydu. Kelebek Vadisi'nin orada, tepede."

'Satılık' yazan, en tepede bulunan, tüm Fethiye'yi gören, sabahları uçuşların gerçekleştiği o kızarık tepedeki evdi bu. Her gördüğümde başımı çevirerek uzun uzun baktığım, beni heveslendiren, içimin içime sığmadığı; sadece videoyu izlerken bile o kadar heyecanlandım ki.

"Beğendin mi?" diye fısıldadı kulağımın içine.

Başımı hızla salladım. Ona döndüm telefonu bakmayı kesip. "Doğu ben bu evi istiyorum." dedim. "Başka hiçbir yeri değil. Başka hiçbir yere bakmayalım. Burası olsun." Duraksadım. "Ben görmüştüm. Çok beğenmiştim burayı."

Dudaklarıma birkaç kere öpücük bırakıp geri çekildi. "Tamam birtanem." dedi nispeten kısık bir sesle. "Burası olsun. Gidip alalım yarın."

"Şimdi!" diye düzelttim onu. "Şimdi gidelim. Alalım." Kucağından kalkıp onu kolundan çekiştirdim. "Hadi. Kalk."

laylaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin