Yaklaşık on beş dakikadır elimde telefonumla bebek giydirmece oyunu oynarken Doğu'nun gelmesini bekliyordum. Şu belliydi ki bu gece Doğu'nun evine gidip orada kalacaktım, çünkü Doğu beni asla bırakmazdı moralim bozuk olduğu zamanlarda. Bana bir şeyler alır, kafamı dağıtmak için hiç götürmediği yerlere götür, beni sevindirmek için bin bir türlü şaklabanlık yapardı.
Doğu'ya yapacağım şey rol değildi, gerçekten moralim çok bozuktu; fakat onda olan o güç bana yardım ederse beni dünyanın en mutlu insanı yapabilirdi. Ben sadece bu isteğimi Doğu'dan saklayıp ona sırnaşarak istediğimi alacaktım.
Rica etmeden.
O verecekti.
Oyundan sıkılıp telefonumu kilitleyerek masanın üstüne koyduğumda camdan uzaklara bakmaya başladım. Artık havalar iyice soğumuştu, öyle ki hava kar topluyordu bile denilebilirdi; yağmıyordu fakat ayaz her yerdeydi.
Sokakta yürüyen kedi, onu takip eden köpek, el ele dolanan sevgililer, kızına bağıran anne derken en sonunda Doğu'nun siyah Range Rover'ı görüş alanıma girdi. Telefonumun aynasından hafifçe saçımı düzeltip dudağıma sürdüğüm parlatıcıyı birbirine sürttüm. Parfümüm zaten üstümdeydi, o bu kokuya bayılırdı; bana taptığı gibi.
Camdan onu izlemeye başladım.
Arabasını park edip uzaktan buraya nasıl havalı bir şekilde yürüdüğünü gördükçe mest oluyordum. Doğu'nun 2. bir adı olsa bu kesinlikle 'Güç' olurdu.
Altın sarısı saçları esen soğuk rüzgarla sağa sola savrulurken o dimdikti; upuzun boyu, geniş omuzları, güçlü erkeksi bedeni her kızın dikkatini çekecek şekilde Allah tarafından özenle dizayn edilmişti. Fakat beni tam olarak etkileyen şey o mavi rengi gözlerini çevreleyen sürekli çatık, kalın, gür kaşlarıydı. Kirpikleri uzun ve sıktı, göz çevresi her zaman onda en güzel görünen şeydi bu yüzden. Kemikli erkeksi çenesinin içindeki bembeyaz dişleri, devamlı nane kokan ağzı; kalın, pembe ve öpülesi o güzel dudağı... Yüzüne yakışan o erkeksi burnu... İlah gibiydi.
Kafeden içeri girip o mavi rengi gözleriyle beni taradığında gözlerimiz çakıştı. Buraya doğru gelmeye başladığında ayağa kalktım; o güçlü, kaslı kollarıyla küçük bedenimi sarınca da gözlerimi kapattım. Ortalamaya göre uzun ve geniş omuzlu, güzel fizikli bir kız olmama rağmen onun kolları arasında küçücük kalıyordum. O her biraz daha sıkı sarıldığında sanki onun göğsünün içine girecek ve yok olacakmış kadar ufalıyordum.
Beni geriye çekip parmak uçlarıyla gözümün içine giren kahküllerimi dağıttı ve kalın, soğuktan bordo olmuş dudağıyla dudağıma yatıştırıcı öpücüklerini bırakmaya başladı. Sert öpmüyordu, ısırmıyordu her zaman yaptığı gibi; bu yaptığı şimdi sadece minik minik dudağını dudağıma değdirmek ve beni yatıştırmak içindi.
Gözlerimi kapatmıştım.
Geriye çekildiğimizde gözlerimi açtım ve bana baktığını gördüm tepeden. "Nasılsın?" diye sordu.
Elimi, yüzümü kavramış elinin üstüne getirdim ve avuçlarımızı birbirine kenetledim. "İyiyim," dedim. "İyi ki geldin. Sana anlatmam gereken şeyler var," Kendim eski yerime oturarak onu da yanıma oturttum ve güçlü kolunun altına girerek oturmasına rağmen hala tepemde olabilen ona baktım.
Bir şeyler söylemek için lafa girecektim ki gelen garsonun "Hoş geldiniz," dediğini duydum yanımızdan. "Ne alırdınız efendim?"
"Bize iki çay," dedi Doğu hiç bana bakıp bir şey sormadan. "Bir de muzlu pasta getir birader."