Dışarda rüzgarın sallandırdığı ağaçların yapraksız dallarına bakıyordum aklımda binbir düşünceyle. Güzel görünüyordu: Evin önü dümdüz bir şekilde Karadeniz'e bakıyordu, bir tepedeydi, ağaçlarla doluydu ve karlı olduğu için tablo gibi hissettiriyordu. Üstelik soğuk olması ama evin içinin sıcaklığının beni ısıtması iyi hissettiriyordu.
Sanki Doğu her an kalkıp gelecek gibiydi.
Sabahki telefon konuşmasından sonra Doğu defalarca aramıştı ama birkaç saattir aramayı kesmişti. Batuhan ve Kerem birbirine girip duruyorlardı. Sadece sözlü değil fiziksel olarak da sürekli birbirlerinin boğazına yapışıyorlardı. Yumruk, tekme, küfürler havada uçuşuyordu; benim 'Yeter!' diye bağırmamla ayrılıyorlardı birbirlerinden.
Ne yapacağımı bilmiyordum. Bildiğim tek şey kapana kısıldığım, karnımdaki çocuğun her gün daha da büyüdüğü ve hareket etmekte iyice zorlandığımdı. Tam altı buçuk aylıktı. Hatta yarın altı ay üçüncü haftaya girecektik. Bu bebeği aldırmamın ya da kurtulmamın hiçbir imkanı ya da yolu yoktu; olsa bile ben böyle bir şeyi yapmak istemiyordum. Onu doğurmamak mantığıma sığsa da vicdanıma ve kalbime sığmıyordu. Bebeğimi doğurmak istiyordum. Doğurmak ve ona iyi anne olmak.
"Alır mısın?"
Başımı çevirip ayaktaki Kerem'in bana uzattığı kupa bardağa baktığımda kaşım çatılmıştı. Yerimde toparlanıp "Bu ne?" diye sordum.
"Sıcak çikolata,"
Elinden alıp hırkamın ucunu parmaklarıma kadar çekerek sıkıca tuttum bardağı. "Teşekkür ederim," dedim. Kerem de yanımdaki koltuğa oturmuştu.
İkimiz sıcak çikolataları içmeye başlarken Kerem "Bebek için doktora gitmen gerekmiyor mu?" diye sordu. "Kontrol için."
Derin bir nefes aldım. Kontrol ettirmem gerektiği aklımdaydı. Doğu'nun kontrol için eve kurdurduğu hastane bile... Ama şu an onu nasıl kontrol ettirebilirdim ki? Doğu beni hemen bulurdu. Eve doktor gelse gerekli aletler ve ultrason makinesi olmadığı için bebeğime bakamazdı.
"Gerekiyor," dedim ama sesimin sıkıntılı olduğu belliydi. "Ama hastaneye gittiğim gibi Doğu beni bulur. Hem yanımda kimliğim bile yok."
Kerem sıkıntılı bir şekilde başını salladı. "Haklısın," dedi. Birkaç saniye sessiz kalsa da bir şeyleri sorması gerekiyormuş gibi yeniden konuştu. "Sonrası için bir planın var mı peki?"
"Nasıl yani?"
Dudağını yaladı. "Buradan elbet çıkman ve bebeği doğurman gerekecek. Doğu'nun bu bebeğin babası olduğu gerçeğini de değiştiremezsin. Ona mutlaka göstermek, Doğu'yla mutlaka yüzleşmek zorunda kalacaksın."
Gözlerimi sımsıkı kapattım. Gerçeği söyledim. "Bir planım yok," dedim. "Tek planım erteleyebildiğim kadar ertelemek bunu düşünmeyi."
Kerem dikkatle suratıma bakıyordu. "Erteleme İkra."
"Şu an ne yapabilirim ki?" diye sordum hem ona hem kendime. Bakışlarım elimdeki sıcak çikolataya inmişti. "Ne param var ne gidecek yerim. Okulumu da bitirmedim." Duraksadım. "Kimliğim, telefonum bile Doğu'nun elinde."
Ben elimdeki kupaya baksam da Kerem dikkatle yüzüme bakıyordu. "Bunca zaman Doğu'nun kimliğine ve telefonuna el koymasına neden izin verdin?" diye sordu. Bunu beni kışkırtmak için değil de gerçekten merak ettiği için soruyor gibiydi. "Bu normal bir şey değil İkra. Doğu her ne derse desin bunun bir açıklaması da yok. Kimlik ya. Kimliğine el koymasının seni zaten çok şüphelendirmesi lazımdı. Çünkü telefonunu zaten hep kontrol ediyordu."