Doğumla alakalı çok az şey hatırlıyordum.
Hatırladığım şeyler yarı-bilinçli halimle Doğu'nun beni taşıdığı, hastaneye getirdiği, sedyede hemşirelerin bana anlamadığım şeyler söylediği, bacaklarımın arasındaki su ve kan, Doğu'nun doktorun yakasına yapışıp "İkra'yı kurtar!" diye bebek ve ben arasında seçim yapmasıydı. Doğum sezaryen olmamıştı, normal bir şekilde, çığlık çığlığa bağırarak doğum yapmıştım. Doğum sonrasında da bayılmıştım ama her şey o kadar zordu ki tüm kemiklerimin kırıldığını ve adeta öldüğümü hissettim. Defalarca ayılıp bayıldım doğum yaparken, çığlıklarım hastaneyi inletti, hayatımda bundan daha zor ve acı dolu hiçbir anım olmamıştı. Ruhum bedenimden çıkıp geri girmiş gibi bir acı hissettirmiştim.
Hatırladığım kadarıyla, Doğu da, doğum boyunca elimden tutup sıkarak, bana duymadığım sözleriyle destek olarak, ağlıyordu. Ayılıp-bayılmalarım boyunca beni o uyandırmıştı bir şekilde. Nasıl yapmıştı bunu bilmiyordum. Hatırladığım bunlardı.
Ve ne kadar süredir baygın olarak uyuduğumu bilmiyordum. Bildiğim tek şey şu an gözyaşlarından ötürü kurumuş, tuzlanmış, yapış-yapış olmuş gözlerimi yarım yamalak arayalabildiğim ve dokuz aydır kocaman olmasına alıştığım göbeğimin artık dümdüz olduğu, vücudumdaki ağrı, canımın acısı ve odadaki saatin tik-tak sesiydi. Oda sessizdi.
Etrafımdaki objeleri görebilmek adına etrafıma baktım. Yerde Doğu olduğunu fark ettiğim kişi seccade üzerinde oturmuş, bir şükür namazı bitirmiş de ellerini açıp Allah'a teşekkür ediyor gibi durarak, duasını ediyordu. Odada bir küvöz ve içinde mavi kıyafetlere sarılmış küçücük uyuyan bir bebek vardı.
Oğlumu ilk gördüğüm an.
Onu kucağıma almak için uzandığım sırada bir bardağı yere düşürerek kırdım ve karnıma dev bir sancı girdi. Giren sancıyla bağırdım ama oğlumu kucağıma almak istiyordum. Oğlum bu bardak kırılma sesinden rahatsız olmuş olacak ki ağlamaya başladı, sesli bir şekilde, ben de ağladım. Doğu oturduğu yerden kalkıp "İkra?" diye adımı söyledi. "Uyandın mı?"
Ona bakıp konuşmuyordum çünkü şu an dünya üzerinde en sevdiğim, sonsuza dek en çok seveceğim, karşılıksız seveceğim, bundan sonra tüm benliğimi kendisine adayacağım bir şeye sahiptim.
Ağlayarak bebeğime uzandığımı fark etmiş olacak ki küvözün içinden çıkarıp bana uzattı. Ağrıyan bedenimi umursamadan onu kucağıma aldım ve alnını alnıma dayayarak, ömür boyu bu anı bekliyormuş ve içimde tutuyormuşum gibi ağlamaya başladım.
Böyle bir bağ. Bir anne ve çocuğu. Onu ben karnımda taşıdım, ben besledim, ben doğurdum, şimdi kucağımda tutuyorum ve bir ömür boyu ölene kadar yanında olacağım onun. Benim annem olmadı ve bu bağı hissedemedim ama şunu hissediyorum ki annelik dünyadaki her şeyden daha güçlü bir bağ. Bunun ötesi yok. Dünyada başka hiçbir şeyi bu kadar sevemem ve uğruna ölemem.
Sessiz bir şekilde "Oğlum..." dedim ağlayarak. "Bebeğim..."
Ömrüm boyunca bu anı mı bekledim? Öyle geliyor.
Yanağına bir öpücük kondurdum. Çok güzel kokuyordu. Sanki beni hissetmiş gibi ağlaması kesilmişti. Gözlerimi sildim kendi ellerimle. Suratına baktım.
Doğu'nun aynısı.
Dudak yapısı, çene yapısı, göz şekli, yüzü... Sadece burnu bana benziyordu. Doğu kendinin fotokopisini çekmiş hatta kendini yeniden doğurtmuş gibiydi.
Doya doya suratını öptüm, kokusunu içime çektim, bu onunla ilk anımdı ve daima aklımda kalacaktı. Yeni doğmuş bir bebeğe göre daha iriydi. Elimden biraz büyüktü. Çok mucizevi bir şeydi şu an kucağımda tuttuğum, gördüğüm, hissettiğim.