Lexi'den;
"Geldiğimde ayaktaydı. Sonra... bandajlarını kaplamış olan kandan dikişlerinin patladığını fark ettim. Kendinden geçtiğinde de onu tutmaya çalıştım. Ama... fazla ağırdı. Yine de düşüşünü yavaşlatmayı başardım ve yatağa yıkıldı. Ardından kan takviyesi yapıp dikişlerini yeniledik. Böyle işte."
Komutan Thompson beni sessizce ve kaşları çatık bir şekilde dinledikten sonra baygın bir durumda olan Adler'e baktı, sonra yanındaki askerlere döndü. "Kelepçeleyin şunu yatağa."
Askerler direkt harekete geçerken şaşkın şaşkın baktım, cidden bunu yapacaklar mıydı? Bir insana verilebilecek en büyük cezalardan biri olabilirdi. Resmen özgürlüğünü elinden alacaklardı. Sinirlendiğimi hissettim ve bir anda kendimi tepkimi ortaya koyarken buldum. "Bunu yapamazsınız!"
Thompson denen herif bana soğuk bir bakış attı. "Nedenmiş o?"
"Çünkü bu özgürlüğünü kısıtlamak olur!"
Derin bir nefes alıp burun kemerini sıktı. "Bakın Lexi hanım. Bana sebepsizce zorluk çıkartıyorsunuz. O bir kanun kaçağı. Bizim ülkemize kötülüğü dokunacak olan bir ajan. Anlayabiliyor musunuz acaba?"
Ellerimi belime yerleştirdim. "Peki siz onun da bir insan olduğunu anlayabiliyor musunuz? Vahşi bir yaratık gibi bağlamak yerine iyileşene kadar bekler, ondan sonra ne yapmak istiyorsanız yaparsınız. Ayrıca şundan da eminim ki..." bir adım yaklaştım ve gözlerimi Thompson'un gri gözlerine diktim. "eğer o hayvan muamelesi yaptığınız adam baygın ve yaralı bir vaziyette olmasaydı hepinizi tek eliyle yere sererdi. Bundan hiç şüpheniz olmasın komutan."
Sonra aniden nefretle dolan bakışlarını görmezden gelip kollarımı kavuşturdum. "Söyleyecekleriniz bu kadar sanırım. Bir suçluyu daha fazla savunmaya çalışmayacaksınızdır umarım." dediğinde bir karşılık vermedim. Kendi kendine homurdandıktan sonra askerlere elini uzatarak devam etmelerini emretti.
Sinirle, Adler'in bileklerini yatağın demir kısmına kelepçelemelerini izledim. Gerçekten haksızlıktı bu, ama sesimi bir daha yükseltmek istemiyordum. İşlerini bitirdiklerinde, Thompson Adler'i bir kez daha süzüp bana bir baş selamı verdikten sonra çıktı, arkasından da emir kulu askerleri, elbette.
Gözlerimi devirip kapıyı kapatmalarını bekledim, ardından Adler'in yatağının yanına ilerledim ve sandalyeye oturdum. Yakışıklı yüzü biraz solgun görünüyordu. Şu bir günde öyle çok kan kaybetmişti ki, bu oldukça normaldi. Vücudunun kendini toplaması uzun sürecekti. Sonra bir daha düşündüm, o kadar da uzun sürmeyebilirdi, çünkü adamı daha birkaç saat önce dimdik ayakta görmüştüm.
Ve nedensizce onu yine ayakta, dimdik dururken görmek istiyordum.
Bu hayal beni irkiltirken, sağ pazısında daha önce fark etmediğim bir dövme gözüme çarptı. Havalı bir yazı tipiyle 88 yazılmıştı. Çok hoş görünüyordu. Büyük bir dövmeydi, o yüzden daha önce nasıl fark etmediğimi anlamamıştım. Büyük ihtimalle kolları örtünün altında kaldığı içindi, veya ben zaman bulup onu hiç baştan aşağıya inceleyemediğim için.
"Hımm, bakalım Lexi Hanım hastasıyla nasıl fanteziler kuruyormuş." diyen sesi duyunca korkup hızla kapıya döndüm. Alexis sırıtarak dolaba yaslanmıştı. "Tanrım, kapıyı açtığımı bile duymadın. Adamı incelemeye öyle bir odaklanmışsın ki..."
Homurdandığımda yanıma yürüdü ve elini oturduğum sandalyenin ahşap kısmına bastırarak Adler'e döndü. "Vay canına, kolundaki dövmeyi daha önce görmemiştim. Baya seksi duruyor." Burnumdan sert bir şekilde nefes verdim, o da fark etmişti işte. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra şokla omzuma dokundu. "Bir dakika... onu kelepçelediler mi!? Ama neden?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the AGENT
Romance"Sen benim tek bağımlılığımsın Adler. Birden oluşmuş, kurtulması imkansız hale gelmiş bir bağımlılık bu. Evet, çekici olduğun kadar tehlikelisin de, bunu çok iyi biliyorum ama sensiz yapamıyorum, yaşamak, nefes almak için dahi varlığına ihtiyaç duyu...