Part Three- Chocolate

8.1K 405 51
                                    


Lexi'den;

Adler'e baktım ve gözlerindeki azalmış öfkenin tamamen kaybolmasını izledim. Sanki aklına bir şey gelmiş ve rahatlamış gibi duruyordu. Başını yastığa gömdü ve örtüsünü üzerine çekti. "Yaklaşır mısın? Benden korkmana gerek yok, sana zarar vermeyeceğim. Zaten görüyorsun, bir şey yapabilecek durumda da değilim."

Başımı salladım ve kendimi cesaretlendirmeye çalışarak yanındaki sandalyeye oturdum. Göz göze geldiğimizde ve kahvelerim mavileriyle buluştuğunda içim bir garip oldu. Biraz bakıştıktan sonra hafifçe gülümsediğinde yanaklarında beliren çukurlar da yutkunmama sebep oldu. Bu adamın insan olduğundan şüphelenmeye başlamıştım, çünkü fazlasıyla kusursuzdu. Ben gamzelerine dalmış gitmişken dudaklarını araladı."Doğru düzgün tanışamadığımız için üzgünüm. Sanırım iyi bir zaman değildi."

Aniden "Sen bir ajansın." dediğimde kaşlarını kaldırdı. "Evet, öyleyim."

"Ve bize karşı kullanılan bir ajansın. Ülkemize zarar vermeye çalışıyorsun."

Başta sessiz kaldı, sonra havalı gülümseyişi suratına biraz daha yayıldı. "Belki."

Ben de soğuk bir şekilde tebessüm ettim. "O zaman elimizde doğru düzgün tanışma gibi bir ihtimal yoktu zaten."

Konuyu değiştirip "Beni sen mi ameliyat ettin?" diye sorunca alt dudağımı dişledim. "Sadece esas doktora yardımcı oldum. Ben cerrahi asistanım, daha üniversiteyi yeni bitirdim. Kendi başımıza ameliyata girmemize izin verilmiyor."

"Anladım." diye mırıldandı. "Ne zaman taburcu olacağım?"

"O sana bağlı." dedim. "İyileşme sürecini gözlemlerim, ki oldukça hızlı gibi duruyor; ona göre karar veririz. Hem bence taburcu olmak istemezsin."

"Haklısın." dedi gözlerini tavana dikerek. "Taburcu olur olmaz beni sorgulamaya götürüp konuşturmaya çalışacaklar, konuşmayı reddettiğimde de işkence ederek öldürecekler."

Yutkundum, böyle söylemesi berbat hissettirmişti. "Çok kötü şeyler mi yaptın? Affedilmeyecek, seni direkt ölüme götürecek kadar?"

"Hayır, henüz yapmadım." diye fısıldadı. "Ama bu yapmayacağım anlamına gelmiyor."

Gözlerimi ellerime indirdim ve cümlesi bana çok derin geldiği için sustum. Bakışlarını üzerimde hissediyordum, yeniden ona döndüğümde dudaklarını ıslatıp konuştu. "Tuvalete gitmem gerekiyor."

"Ellerin kelepçeli."

"Farkındayım. Bak, binanın bir yerlerinde kaçacak olursam önlem olsun diye koydukları askerler vardır. Onlardan birine söyle ki kelepçelerimi açsınlar, ben de altıma yapmayayım."

Buna gülesim gelmişti, hafifçe kıkırdadım. Mavileri gülüşümde gezindiğinde utanır gibi olup sustum ve "Deneyeceğim." dedikten sonra odadan çıktım. Adler'in de tahmin ettiği gibi, koridorun sonunda grup halinde duran askerler vardı. "Hey!" dediğimde hepsi aynı anda dönüp bana baktı. "Hastamın tuvalete gitmesi gerekiyormuş. Kelepçelerini çözmelisiniz."

Bakıştılar ve birisi elindeki telsizi açıp "Komutan Thompson, efendim." diye mırıldandı. Karşıdan gelen sesi duyamıyordum, ama biraz konuştular. "Ajanın kelepçelerini açalım mı? Evet, ihtiyaç durumu. Peki efendim."

Telsizi kapattıktan sonra "Lexi Hanım, bizimle gelin lütfen." dediğinde başımla onayladım ve odanın önüne geldik. Kapıyı açtığımda Adler bize doğru döndü. "Sonunda."

Asker sert bir yüz ifadesiyle Adler'in kelepçelerini çözdü ve direkt belindeki silaha uzandı. "Tek bir yanlış hareketini görürsem seni vururum." Adler doğrulmaya çalışırken dönüp ona baktı, hiç de korkmuş gibi görünmüyordu. Omuz silktikten sonra bacaklarını yere uzattı ve yüzünü buruşturarak ayağa kalktı. Canının yandığını biliyordum. "Başını ve kollarını fazla hareket ettirme. Dikişlerinin yeniden açılmasını istemiyorum."

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin