Lexi'den;En son, uykuyla uyanıklık arasındaki araf gibi noktada takılı kalmıştım. Mahzenin soğukluğu içimi titretiyordu, bu yüzden asla tam olarak dalmama izin vermiyordu ancak gözlerim sıkı sıkı kapalı, kaslarım ise yarı yarıya gevşemiş bir haldeydi.
Dakikalar ya da saatler sonra, ben karanlıkta öylece yatarken sağır edici bir ses geldi, bir engelin ortadan kaldırılma sesiydi bu. Normalde olsa korkup boğazımı yırtarcasına çığlık atardım ama o an tepki veremedim, beynim kepenkleri kapatıp bedenimi terk etmiş gibiydi. Ölmüş müydüm acaba? Ölüm böyle bir şey miydi?
Yine karanlıktan gelen, belli belirsiz duyduğum kendi adım, varlığımı sorgulamama neden oldu. Aklımdaki soru iyice belirginleşmişti şimdi. Yaşıyor muydum ve eğer cevap evetse, neden hiçbir şey yapamıyordum?
Bedenimin havalandığını ve başımın zemin kadar sert ama o soğuğa tamamen zıt olarak fırın gibi sıcak bir yere dayandığını fark ettiğimde az da olsa kıpırdanmayı başardım, kaslarım buzlarını eritmeye başlıyordu sanki. Başımı biraz çevirip nefes aldığımda burnuma dolan muhteşem, erkeksi koku başımı döndürdü. Bu da mı gerçekti?
Koku cennetten gelme gibi olsa da bir şekilde tanıdıktı aslında, birden akciğerlerime yayılıp içimde mükemmel duygular yaratmış, tüm kötü hisleri birkaç saniyede silip süpürmüş ve bedenimin üzerinde kurduğu egemenliğin keyfini çıkarmaya başlamıştı.
Sanırım ben bu kokuya bağımlıydım.
İstemsizce burnumu kokunun kaynağı olan sert, sıcak yere dayadım. Bedenim bir tepki verebilecek kadar iyiydi artık, yavaşça gözlerimi aralamayı başardığımda, gördüğüm yüz kalbimi tekletti.
Açık mavi gözler benimkilerin içine bakıyordu, biçimli kaşlar hafiften çatıktı ve arkadan vuran hafif ışık tüm sert yüz hatlarını gölgelendiriyordu. Aniden yutkunup derin bir iç çektim. Çok güzeldi, lanet olsun. Onu gerçekten kıskanmıştım. Sonra kıskanmanın anlamsız olduğunu anladım, çünkü bu muazzam varlığın bir insan olamayacağına karar vermiştim. Büyük ihtimalle bir tanrının ya da meleğin kucağındaydım.
O hayal gibi çehreyi izlerken, aslında güzelliğiyle beni büyüleyen bu tanrının görünüşünün de, tıpkı kokusu gibi tanıdık geldiğini fark ettim. Beynimi kullanmaya çalıştığımda, açılmaya başlamış bilincime bir sel misali hücum eden anılar yüzümde büyük bir gülümseme oluşturdu. Elbette tanıyordum onu. Hayatımın aşkını unutmam mümkün müydü ki? Yaşama sebebimi unutmam mümkün müydü?
Hâlâ bana bakmakta olan tanrıya gülümsemeye devam ederken fısıldadım. "Geleceğini biliyordum, kahramanım."
⚡️⚡️⚡️
Yeniden uyandığımda, artık tanrının kucağında olmadığımı fark edip içimde oluşan büyük ağlama isteğime karşı çıktım, lanet olası her şeyi kafamda mı kurmuştum ben? Üstten bana bakan kusursuz yüzün sahibi, yani o, burada değil miydi? Belki de Frank taşımıştı beni buraya, ama ben uçmuş kafamla onu Adler olarak hayal etmiştim.
Dişlerimi sıktım ve birkaç damla yaşın kapalı göz kapaklarımın altından akmasına izin verdim.
Yeterince zaman geçtiğini düşündüğümde, kendimle savaşarak, en azından gerçeklerle yüzleşebilmek için gözlerimi araladım.
Annemle kahrolası kocasının evindeki odamdaki yatağımdaydım, bu beni biraz daha endişelendirdi ve dehşetin kucağına fırlattı. Demek ki gerçekten kurtulamamıştım bu lanet evden, Frank hâlâ buralarda bir yerdeydi, benim uyanmamı bekliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the AGENT
Romance"Sen benim tek bağımlılığımsın Adler. Birden oluşmuş, kurtulması imkansız hale gelmiş bir bağımlılık bu. Evet, çekici olduğun kadar tehlikelisin de, bunu çok iyi biliyorum ama sensiz yapamıyorum, yaşamak, nefes almak için dahi varlığına ihtiyaç duyu...