Part Fourty Eight- Brother

3.5K 207 160
                                    


Almanya'daki beşinci saatimizde, Adler ve Josh'un önlerindeki masaya koydukları silahlarını tüm ciddiyetleriyle temizlemelerini izliyordum dalgınca. Uzun bir çubuk kullanıyorlardı bunu yaparken. İzlemek eğlenceliydi ama aslında gözlerim silahlardan ve çubuklardan çok, Adler'in becerikli, kemikli parmaklarındaydı. Hızlı, tecrübeli hareketlerini takip etmek çok hoştu. Bir kez daha, dünya üzerinde onun ellerine yakışmayacak bir iş bulunmadığını anladım.

Tek elimi çekinerek parlayan siyah tabancalardan birine götürdüğümde Adler yan gözle bana baktı. "Dokunma Lexi." Otoriter, emir verir gibi çıkan sert sesi beni yerime çivilemek istercesine tınladı ama inat ettim.

"Elime almayacağım." Parmağımın ucunu soğuk metale sürttüm ve bu aletin tek bir patlamayla birilerini öldürecek güce sahip olduğunu hatırlamak beni ürküttü.

Biraz daha zaman geçince, bakışlarım Josh'a kaydı. Normalde bir dakikalığına bile olsa ağzını kapalı tutamazdı, ama saatlerdir doğru düzgün konuşmamıştı. Yüzünde hâlâ belirginliğini koruyan bir acı vardı. Bir robot gibi çalışıyordu şu anda, mekanik hareketlerle, ne yaptığını pek umursamadan. Bu hali bana, birkaç ay önceki kendimi hatırlattı. Ölü gibi hissettiğim, yemeden içmeden kesildiğim zamanları...

Birden iç çekip hızla ayağa kalktığında Adler ona döndü. Aralarında sessiz bir iletişim oldu ve Josh bana özür dilercesine baktıktan sonra kendini odanın dışına attı. Adler'in gözlerinin içine baktım. "O iyi mi?"

"İyi olacak." Kesin konuşmuştu, başımı salladım. "Elise'i seviyor, değil mi?" Bu sefer o başıyla onayladı. Eline aldığı yeni silahı temizlemeye başlarken kaşları çatıktı. "Elise kör aptalın teki." diye fısıldadım, duyup yüzündeki alaylı gülümsemeyle başını kaldırdı. "Aslında oldukça zekidir. Dönüp beni elinde tutmak için yaptıklarına bir bak."

Kollarımı kavuşturup sorgulayıcı bir bakışla kaşlarımı kaldırdım. "Sen az önce eski sevgilini mi savundun, yoksa bana mı öyle geldi? Umarım bana öyle gelmiştir."

Silahını bırakıp yüzüme uzandı ve yanağımı sıktırdı. "Sana kıskanınca çok tatlı olduğunu söylemiş miydim?"

Sert, sıcak elinin yanağımdaki baskısını daha iyi hissetmek için gözlerimi kapattım. "Hımm..."

Parmakları şakağımda gezindi. "Çok güzel olduğunu söylemiş miydim?" Bir onaylama homurtusu daha çıkarttığımda elinin tersiyle elmacık kemiğimi okşadı. "Hayatımı değiştirdiğini söylemiş miydim peki?"

Gözlerimi araladım. "Tahmin edebiliyorum ama senin ağzından duymak istiyorum." Gülümsedi. "Sen olmadan önce, tamamen karanlıkta, boşluktaydım. Sadece görevlerim vardı, geceleri tanışıp sabahına unuttuğum kadınlar, ağır silahlar, birini öldürmenin verdiği, birkaç saniye uyuşturan garip his... o kadar işte. Ama bir anda her şey değişti." derin bir nefes alıp gülümseyerek devam etti. "Çünkü hayatıma küçük bir doktor girdi ve beni altüst etti."

Tebessümüm yüzüme kalıcı bir şekilde yerleşmişti, hiçbir yere gitmeye niyeti yoktu. Yanağımı avcuna yaslayıp devam etmesini istercesine baktım. Kaşları hafifçe çatıldı. "Ben yıkılmaz olduğumu, tüm duygularımı kaybettiğimi sanırdım Lexi," dedi ciddiyetle gülümseyişimi izlerken. "ama sen bana yanıldığımı gösterdin, insan olduğumu hatırlattın. Seninleyken yeniden nefes almayı, yaşamayı, gülmeyi ve en önemlisi..." Eğilip dudaklarını benimkilere sürttü, bu hareketiyle kalbim delirirken, o tapılası sesiyle fısıldadı. "yeniden sevmeyi öğrendim."

Daha fazla dayanamayıp dudaklarını kavradım, tutkuyla karşılık verirken ellerini belime dolayıp beni oturduğum sandalyeden kaldırdı ve kendi kucağına çekti. Kucağına tamamen yerleşince ağzımı araladım ve dillerimizin buluşmasına izin verdim. Sıcacık elleri tişörtümün altından karnımı ve daha yukarıları okşamaya başladığında çıldırmıştım, kısık sesle inleyerek başımı geriye attım. Dudaklarını boynuma bastırıp birkaç sulu öpücük bıraktıktan sonra geri çekildiğinde sorarcasına yüzüne baktım.

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin