Part Twenty Five- Video Call

4.4K 247 21
                                    


Adler bir süre gözlerime bakmış ve ardından bakışlarını dudaklarıma çevirmişti. Beni öpmek için bir hamle yaptığında ise ne kadar acıtsa da direkt yüzümü çevirmiş ve onu itip Elise geri gelene kadar bir daha konuşmamıştım. Söylediklerinin tek kelimesine dahi inanamazdım elbette, o gördüğüm en profesyonel yalancıydı.

Elise, asık suratıyla ve bulduğu sargı beziyle döndüğünde, Adler onun yüzüne bile bakmadan bezi aldı ve büyük bir dikkatle elimi sardı. O, tüm dikkatini bu işe vermişken yüzünün ayrıntılarını inceleyememek de ayrıca berbat hissettiriyordu ama bunu da aşabilirdim, yani sanırım.

Adler'in Bay Koller dediği adam içeri girdiğinde, bakışları ikimizin üzerinde ve neredeyse ağlamak üzere olan Elise'de gezindi. "Ne yapıyorsunuz hepiniz burada?" diye sorduğunda Adler elimi son kez kontrol edip ona döndü. "Lexi elini yaraladı, Bay Koller. Bir sıkıntı yok."

Adam başını salladıktan sonra Elise'in beline kolunu doladı ve beni kehribar rengindeki gözleriyle baştan aşağı süzdü. Rahatsız olduğum için oturduğum yerde hareketlendiğimde, Adler de huzursuzlanmış olacak ki fark ettirmeden bedenini benimkinin önüne çekti. Koller bunu fark etmişse de pek sorun etmedi ve Adler'le konuşmaya devam etti. "Bugün David Brooks'la iletişime geçeceğiz Adler. Yarım saat sonra Lexi'yi büyük salona getir."

Tanrım! Babamı, beni göstererek tehdit edeceklerdi. Lanet olsun, buna kesinlikle hazır değildim. Güçlü olmalı ve babama iyi olduğum imajını vermeliydim.

"Tamam Bay Koller." dedi Adler ve bana küçük bir bakış attı. Bu arada Elise onun kolunu tutmak ve çekiştirmeye çalışmakla meşguldü. "Adler, en azından yarım saat zaman geçirsek olmaz mı? Daha yeni geldin ve ben seninle başbaşa olmak istiyorum."

Adler kolunu çekerken gözlerini bariz bir şekilde devirdi. "Sonra, Elise. Sonra."

Elise Bay Koller'e şikayet edercesine baktı, ama o da pek önemsememiş olacak ki "Yarım saat sonra, Adler. Unutma." deyip odadan çıktı. Elise de isteksiz bir şekilde arkasından gittiğinde, yine beraber kalmıştık. Oflayarak başımı ellerimin arasına aldığımda, üzerinde oturduğum koltuğun yan tarafı çöktü ve Adler'in de yanımda olduğunu anladım. "Bir de seninle uğraşamam, git ve yarım saat sonra gel." dediğimde cevap vermedi ya da kıpırdamadı, sadece sessizce güldü.

Yüzsüz!

"Yemeğini ye, Lexi."

Omuz silktiğimde ellerini belimde hissedip çığlık attım. Ardından resmen uçurularak diğer tarafa geçiş yaptım ve Adler tepsiyi önüme itti. "Ye dedim sana."

Kaşlarımı çattım ve elimi kaldırıp yüzüne bakmadan konuştum. "Birincisi, bana bir daha asla dokunma. İkincisi, bana bir daha asla emir verme."

İnadına elini saçlarıma götürdüğünde silkinerek ondan kurtuldum ve kalkmak için bir hamle yaptım, ama aniden beni kendisine çektiğinde resmen kucağına düştüm ve burun buruna geldik. Nefes alışverişlerimiz değişirken gözlerim istemsizce dudaklarına kaymıştı. Kendimden nefret ediyordum. "Lexi, ya yersin ya da ben yediririm ve her lokmadan sonra seni öperim." dediğinde sinirlenip göğsünden ittirmeye çalıştım ama hayvan herif beni daha sıkı sardı.

"Bu nasıl bir tehdit böyle? Bıraksana beni pislik!" diye tısladığımda biraz daha yaklaştı. Kokusu, sarhoş edecek kadar yoğun hissediliyordu artık. Kendimi kaptırmamak için düşüncelerimi başka bir yere çekmeye çalıştım ama imkansızdı, kalbim çaresizce çırpınıyordu. Mantığım yine devreden çıkmış, hatta beynim emekliliğini ilan etmişti. Hadi ama, seni aptal vücut!

Sonunda, dudaklarımızı birleştireceği anda kendime gelmeyi başardığımda onu sertçe ittim. Bunu beklemediği için afallayınca da kucağından ışık hızıyla kalkıp odanın diğer köşesine kaçtım. Yakınında olduğumda devrelerim yanıyordu ve ben bunun bir daha olmasını istemiyordum.

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin