Part Twenty Two- Knife

4.7K 260 49
                                    


Adler'den;

Jetimiz Almanya'ya ulaşır ulaşmaz içim büyük bir mutlulukla dolmuştu. Benim ülkem, kesinlikle her yerden daha güzeldi. Şu yorucu ve yıpratıcı geçen bir buçuk aydan sonra kuşbakışı Münih manzarasıyla mest olmaya bayılmıştım.

"Yeniden burada olmak çok güzel," diye mırıldandım kendi kendime, Josh ise bunu duyup hafifçe gülümsedi. Jeti kaldırdığı ustalıkla indirdiğinde, biraz uzakta Bay Koller'in binasını gördüm ve gülümsemem biraz daha büyüdü.

Aklımın bir köşesini kurcalamaya devam eden, Lexi'yi üzdüğüm gerçeğini görmezden gelmeye çalışarak camlardan şehre baktım. İçimden 'Her şey eskisi gibi olacak,' diye geçirdim, ciğerlerime derin bir nefes çektim ve kendimi inandırmak için cümleyi beynimde tekrarlamaya başladım.

Her şey eskisi gibi olacak.

⚡️⚡️⚡️

"Josh, sen önden yürü." dedim çıkarken. "Ben de Lexi'yi alıp geliyorum."

Başını sallayıp merdivenlere yöneldi, ben de Lexi'nin koltuğuna doğru yürüdüm. Onu gördüğümde kaşlarımı çattım, çünkü kocaman koltuğun üzerinde, sanki saklanmak ister gibi büzülmüştü. Kollarıyla kendini sarmalamış, boş bakışlarını yere dikmişti. Gözyaşları yüzünden tişörtü sırılsıklam olmuştu. Saçları dağınıktı.

Siktir...

Onu bu hale ben getirmiştim.

Birkaç derin nefesten sonra yanına yaklaştığımda, bir tepki vermedi. Ben de yavaşça onu kucaklamak için kollarımı uzattım ama aniden geriye kaçıp gözlerini benimkilere dikti. "Sa-kın dokun-ma bana!" diye tısladığında dişlerimi sıktım. "İnmen gerekiyor, Lexi." deyip yeniden yaklaştığımda, aniden hareketlenip cebinden çıkarttığı bıçağın keskin tarafını bana doğrulttu. Dudaklarım aralanırken bir adım geri gittim.

İplerini keserken kullandığım bıçaktı elindeki. Fırlattığım yerden almış olmalıydı. Ben şaşkınlıkla gözlerine bakarken; o cesur görünmeye çalışarak ve tehditkar bir ifade takınarak karnıma doğru salladı ucunu. Sonra, "Dokunma bana!" diye tekrarladı yine, kısılmış sesiyle. "Yoksa öl-dürürüm... seni!" Titreyen küçük avucuna sıkıştırdığı o bıçakla kendini bana karşı savunabileceğini sanıyordu.

Eğer istesem, üzerine atılıp anında bıçağı alabilirdim. Eğer istesem, onu zorla kucaklayıp götürebilirdim. Eğer istesem, onu yeniden sıkıca bağlayabilirdim.

Ama hiçbirini yapmadım.

"Tamam, öldür beni hadi." diye fısıldarken ellerimi havaya kaldırdım ve yeniden ona yaklaştım. Bıçak, elinin etkisiyle titriyordu, ben adım adım yaklaştıkça korku dolu gözlerini benimkilere dikti ve sabit durmaya devam etmeye çalıştı. Sonunda bıçağın keskin ucu karnıma değdiğinde durdum. "Hadi! Yapsana! Kavradığın o sikik bıçağı hareket ettir ve birkaç güçlü darbeyle öldür beni!"

Başını iki yana sallarken sessizce ağlamaya koyulmuştu yine, parmakları yavaşça gevşedi ve bıçak avucundan kayıp yere düştü. Ardından yüzünü küçük elleriyle gizledi ve hıçkırırken omuzları sarsılmaya başladı. "Yapamam..." diye mırıldanıyordu hıçkırıklarının arasında. "Yapamam..."

Gözlerimi ağır ağır kapatıp açtıktan sonra yanına çöktüm ve karşılık vermeyeceğini bile bile ona sıkıca sarıldım. Dudaklarımı saçlarına bastırdığımda hafifçe titredi ama yine de bir şey yapmadan öylece durmaya ve ağlamaya devam etti.

Bir süre sonra ona sarılmayı kesip yana kayarken yumruklarımı sıktım. Evet, sinirlenmiştim, ama sinirim tamamen kendimeydi. Bu masum, güzel yaratığa yaptığım şey yüzünden berbat hissediyordum. O, bunların hiçbirini hak etmiyordu.

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin