Part Fourteen- Funfair

4.8K 246 53
                                    


Siz hiç yorucu bir gün sonrası, yanınızda yakışıklı bir devle beraber hastane koridorlarını katederken kızların şehvetli bakışlarına maruz kalmanın hoşnutsuzluğunu en zirvede yaşadınız mı?

Eh, gerçekten sinir bozucu bir his. Nereden mi biliyorum? Çünkü şu an tam da o durumu yaşıyorum.

Yanından geçtiğimiz kaç dişi varsa, Adler hepsinin ilgisini çekmeyi başarmıştı. Elbette, kaslarını kavrayarak üzerinde muhteşem duran takım elbisesi, bir doksanı geçik boyu ve görebileceğiniz en yakışıklı hatlara sahip suratıyla dikkatleri üzerine çekmesi hiç de anormal değildi. Ama tahmin edilebileceği üzere, ben bu durumdan hiç haz etmiyordum.

Hastaneye geldiğimiz ilk saniyede Alexis'le karşılaşmıştık mesela; gözleri büyümüş ve Adler'i boydan boya süzüp -ki bu işlem oldukça uzun sürmüştü- "Oha!" diye bağırarak tepkisini göstermişti. Kendi açıklamasına göre de, bu tepkinin iki nedeni vardı. Birincisi, onun hâlâ yaşıyor olması, ikincisi ise, benim tarafımdan lince uğramış olsa da, onun tabiriyle Adler'in Yunan Tanrılarını kıskandıran görüntüsünün etkisi altına girmiş olmasıydı.

Sadece bu kadar da değil, Alexis'ten kurtulmayı başardıktan sonra Hocam Katy'nin hayranlıkla dolu bakışlarına da katlanmak zorunda kalmıştım. Adler yanımda kollarını bağlamış, pencereden dışarı bakarken kadın saçlarını aceleyle düzeltip neredeyse kafayı yememe sebebiyet vermişti. Tüm gün beraberdik ve o bile Adler'le yalnız kalmaya yer arıyordu.

Sanki dünyada hiç erkek kalmamış gibi lanet olası herkes benim korumama yürüyordu!

Oh, gün boyu olanları düşünerek kendi kendime söylenirken yolumuza çıkan tekerlekli sandalyesinin üzerindeki kızıl saçlı kız öyle hülyalı bakmaya başladı ki, büyük bir mucize gerçekleşecek, birden ayağa kalkıp sendeleyerek koşacak ve Adler'e yapışacak diye korkmadım değildi.

Derin bir nefes aldım ve göz ucuyla yanımda yürüyen çam yarması adama baktım, her zamanki gibi tamamen ilgisiz ve umursamaz görünüyordu.

"Adler?" dediğimde ağır ağır bana döndü. "Evet?"

"Niye çevrene karşı bu kadar umursamazsın?"

Dudaklarının sağ tarafı karizmatik bir tarzda kıvrıldı. "Değilim, öyle davranıyorum. Hatta senin göremediğin şeylerin bile farkındayım." Kaşlarımı çattım. "Nasıl?"

"Mesela, babanın bana hâlâ tam anlamıyla güvenmediğini burada kanıtlayabilirim Lexi." dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. "Anlamıyorum, açık konuşmayı dene."

Birden elimi tuttuğunda heyecanlanmıştım, beni kendisine doğru çekti ve sarılır gibi yaparken kulağıma eğildi. "Tam arkamızdaki kahverengi deri ceketli adamı görüyor musun? Tüm gün bizi izledi. Onu babanın görevlendirdiğine eminim."

Cidden birkaç adım arkamızda bir adam vardı ve çaktırmamaya çalışarak bizi izliyordu. Adler'in tamamen haklı olduğunu fark ettim, çünkü onu tanıyordum. Adını hatırlamasam da, babamın oldukça güvendiği adamlarından biriydi.

"Tamam, daha fazla bakma Lexi. Anlayacak." diye fısıldadı. Cümlesini tamamladığında da, şüphe çekmemek için dudaklarını usulca şakağıma bastırdı ve ben o an kendimi kaybettim. Neden böyle yoğun hissediyordum ki, küçücük bir öpücüktü işte. Ne dersem diyeyim, yine de böyle önemsiz bir hareketi bile başımı döndürmeye yetip artıyordu. Ellerim direkt olarak beline gidip gömleğini kavrayınca, tek kolunu omzuma attı ve beraber yürümeye devam ettik. Arkamızda bizi takip eden adam için olsa da onunla sarmaş dolaş yürümek... Tanrım, hayalini bile kuramayacağım kadar hoştu.

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin