Adler, Josh'un yatağının hemen yanındaki pencereden dışarı bakıyordu. Beyni, değişik düşüncelerle ağzına kadar doluydu."Josh, bugün itibariyle tam beş gün oldu." diye mırıldandığında bir karşılık alamadı, iç çekti ve işaret parmağını cama sürttü. "Sen bu hâle geleli. Tam beş koca gün. Beş gündür hiç durmadan konuşarak başımı ağrıtmıyorsun, evimi istila edip bira şişelerimi araklamıyorsun ya da gülmüyorsun, ki en çok bu dokunuyor sanırım."
Duraksadı, derin bir nefes aldı ve cebinden çıkardığı telefonunu kontrol etti. "Lexi de bana kırgın olmalı, telefonlarımı açmıyor. Haklı, ona hak ettiği, gereken ilgiyi gösteremiyorum şu anda. Sinirlenmiştir, buna kesinlikle hakkı var ve onu suçlamıyorum." Telefonunu yeniden cebine yerleştirirken umutsuzca başını iki yana salladı. "Aslına bakarsan endişelenmeye de başladım ve ne yapacağımı bilmiyorum."
Alnını cama yaslayıp gözlerini kapattı. "Eğer uyanık olsaydın, bana tavsiye vermeye çalışırdın, değil mi? Çoğu saçma olurdu ama denerdin işte."
Sessizlik. Sadece makine biplemeleri ve yavaşça alınıp verilen nefesler, hepsi tornadan çıkmış gibi, birbirinin tamamen aynısı olan nefesler. Adler sertçe yutkundu. "Lexi'ye gitmek istiyorum ama yapmıyorum, çünkü seni burada öylece bırakamam, Josh. Sen... benim kardeşimsin."
Anılar düşüncelerini altüst ettiğinde hafifçe gülümsedi. "Bunu ilk söylediğinde sana öyle garip bakmıştım ki birkaç adım gerilemiştim. Şimdi ise, bak, ben söylüyorum. Sen benim kardeşimsin." Hafifçe güldü. "Artık kan bağımız da var sayılır, sana lazım olan kanı ben verdim çünkü."
Kendi kendine yüzünü buruşturdu. "Komik değildi, kabul ediyorum. Ama sen buna kesinlikle gülerdin."
Parmaklarını saçlarının arasından geçirdi, derin bir nefes aldı ve pencerenin önünden ayrılıp birkaç adımla yatağın yanındaki sandalyeye geçti. Bakışlarını Josh'un ifadesiz, solgun yüzüne dikti. Daha zayıf görünüyordu, yüz kemikleri belirginleşmişti. Sarıya çalan kısa saçları hafiften uzamıştı, hiçbir zaman kesmeyi ihmal etmediği sakalları da.
"Kendini görsen tanıyamazdın, herhalde." dedi Adler kısık bir sesle. "Ve daha kötüsü, seni bu hale benim getirmiş olduğumu asla kabullenemezdin." Başını öne eğip dostunun elini tuttu. "Sahi, neden bana bu kadar bağlısın Josh? Senin arkadaşlığını, yoldaşlığını hak etmek için ne yaptım? Ah, tam bir pislik gibi davranmak dışında, elbette."
Tanıştıkları zaman hızla geçti gözlerinin önünden, Adler her seferinde itse de Josh geri adım atmamıştı, her seferinde yeniden gelmiş, yeniden denemişti onunla konuşmayı, iletişim kurmayı, buzlanmış kalbini birazcık olsun ısıtmayı.
Ve evet, görünüşe bakılırsa başarmıştı.
Kesinlikle başarmıştı.
"Josh Krebs." dedi ve güldü Adler. "Küçüktün, savunmasızdın, cılızdın ve tam bir şapşaldın. Bay Koller'in neden seni eğitmek için seçtiğini anlamamıştım. Aslında, büyük ihtimalle o zamanlar hikayeni anlatmışsındır ama ben dinlememişimdir."
Uzanıp Josh'un alnındaki bir ter damlasını peçeteyle sildikten sonra yeniden geriye yaslandı ve dudakları hafifçe gerildi, beraber geçirdikleri yıllardan gelen anılar onu tamamen ele geçirmişti. Birkaç dakika sessizce oturduktan sonra yeniden konuşmaya başladı. "Hatırlıyor musun, bir gün üstlerden birileri seni baya hırpalamıştı." Gözlerini kapatıp nefesini tuttu. "Yüzündeki dehşeti hâlâ dün gibi hatırlıyorum."
⚡️⚡️⚡️
13 yıl önce, mayıs ayının ilk gününün öğle saatleri.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the AGENT
Romance"Sen benim tek bağımlılığımsın Adler. Birden oluşmuş, kurtulması imkansız hale gelmiş bir bağımlılık bu. Evet, çekici olduğun kadar tehlikelisin de, bunu çok iyi biliyorum ama sensiz yapamıyorum, yaşamak, nefes almak için dahi varlığına ihtiyaç duyu...