Andrea tek koluyla bana sarılıp Josh'la biraz daha konuştu ve telefonu kapattı. Bana döndüğünde bir şeyler söyledi, bakışları endişeliydi, ancak ben tüm benliğimi kaplayan acıdan başka hiçbir şey düşünemiyor ve kulaklarımda basınç yaratan kalp atışlarımdan başka hiçbir şey duyamıyordum, bu yüzden cevap veremedim.Gözyaşlarımın yanaklarımı durmadan ıslattığını hissedebiliyordum, ama tek yapabildiğim buydu; hissetmek. Acı... gerçekten acıtıyor... acaba onun da mı canı yanıyor? Adler? Adler!
Andrea beni sarstığında kendime gelir gibi oldum. "Lexi, gitmemiz gerek!" diye bağırdı, bunu hayal meyal duyabildim, sonra da tutuklaşmış beynimi düzeltmek için yüzüme küçük bir tokat attı. Yanağımı kaplayan keskin sızıyla titreyerek Andrea'nın gözlerine bilinçli bir şekilde bakmayı başardım. "Hadi, lütfen kendine gel." diye yalvardı. "Bize ihtiyaçları var, Lexi. Adler ölmedi tamam mı, sadece vuruldu. O kadar da kötü bir yara değilmiş."
Başımı salladım ve gözyaşlarımı silmeye çalışarak yığıldığım koltuktan kalkmaya uğraştım. Kaslarım birkaç dakika içinde pelteye dönüşmüş gibiydi, Andrea'nın kolumu kavrayıp yardımcı olmasıyla zorla ayağa dikildim ve kalbimdeki ağrıyla iki büklüm olmamaya uğraştım. "G-gidelim." diye fısıldadığımda başını sallayıp kolumu bırakmadan kapıya doğru yürüdü.
Birkaç dakika içinde Andrea'nın arabasındaydık, kendisi saçma bir şekilde oldukça soğukkanlı ve mantıklı düşünebiliyor gibi görünüyordu. Belki de bir ajan olmasından kaynaklanıyordu bu, düşüncelerim yeniden Adler'e kayınca abartılı bir şekilde yutkundum ve tekrar dolan gözlerimi sildim.
Lütfen iyi ol, sevgilim. Lütfen...
Kapattığım gözlerimin önündeki buz mavisi gözlerin hayali, beni baştan aşağı titretti. Üzerimdeki etkisi asla azalmıyordu, o buğulu bakışlar ilk gün nasıl hissettiriyorsa şimdi de öyle hissettiriyordu, hatta belki de daha fazlasını.
Keskin bir virajdan döndüğümüzde sola doğru savruldum ve bir anlığına düşünceler beynimi terk etti. Camdan dışarı bakıp yoldaki objeleri görmeye çalıştım ama her şey olabildiğince bulanık görünüyordu. Andrea arabayı gerçekten çok hızlı kullanıyordu, bu detay da bana anında Adler'i hatırlattı ve düşünce dünyasına geri dönmemi sağladı, elbette. Kendisi tam bir hız tutkunuydu, sınırları zorlamayı severdi. Bazen neden Lamborghini ya da Ferrari değil de Mercedes marka kullandığını merak ederdim.
Adler... Adler... Adler...
Gözlerimi yeniden kapatıp onu düşünmeye devam ettim.
Tanıştığımız gün geçti gözlerimin önünden, o uyurken bir dosya yardımıyla adını öğrenişim. Sonra ben çıkmışken uyanıp ayaklanışı, onu öylece dikilirken gördüğümde hissettiğim şaşkınlık, uzun sürmeden kan kaybından bayılışı, Thompson'ın gelip onu yatağa kelepçeleyişi, sonra Adler'in yeniden uyanışı, çözülmek istediğini söylerkenki öfkeli kükreyişi ve benim cüssesinden korkup acınası tehditlerle kendimi kontrol altına çalışmam.
Hastane bahçesindeki ilk öpücüğümüz, babamla beraber onu kurtarmaya gidişim, birkaç gün bizimle yaşaması, lunapark macerası ve ona sırılsıklam aşık olduğumu anladığım an, babamın başkan seçilmesinin ardından baloda ettiğimiz o büyülü dans, aynı gecede, yani hayatımın en güzel gecesinde ilk kez sevişmemiz, ardından beni sevdiğini söylemesi dışında hatırlaması pek de hoş olmayan birkaç ay, birbirimizi affedişimiz ve burası, Kahire.
Adler, kısacası benim tüm hayatım.
Biz, birkaç aya onlarca yılı sıkıştırmıştık resmen. Hırçın dalgalarla köpüren deniz gibi bir ilişki yaşıyorduk, inişli çıkışlı, aşk ve nefret arasındaki o derin uçurumun başında, birbirimizin gözlerine bakıp kendimizi görmeye çalışarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the AGENT
Romance"Sen benim tek bağımlılığımsın Adler. Birden oluşmuş, kurtulması imkansız hale gelmiş bir bağımlılık bu. Evet, çekici olduğun kadar tehlikelisin de, bunu çok iyi biliyorum ama sensiz yapamıyorum, yaşamak, nefes almak için dahi varlığına ihtiyaç duyu...