Part Seventy Two- Separation

2.9K 188 23
                                    


Lexi'den;

Adler, ağzımdan çıkan cümleyle beraber rahat bir nefes almışa benziyordu. Otelden eve nasıl geldiğimizi bile bilmiyordum, her şey çok ani gelişmişti. Eve girer girmez hemen atılıp bavulumu hazırlamaya başlamıştı, bir taraftan da bana planlarından bahsediyordu. Onun için bu kadar kolay olması garipti, oysaki ben onsuz geçireceğim haftalar için yas tutmaya başlamıştım bile.

"Adler," dediğimde gardıroba bakıyordu, sorarcasına bana döndü. "Evet?"

Yutkundum. "Hemen mi gideceğim?"

"Evet, elimizden geldiğince çabuk. Ama öncelikle Bay Koller'le küçük bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyor, sonra sen de annenle konuşacaksın ve hazırlıklarımızı bitireceğiz. En geç bugün gece yarısına kadar her şey hallolur ve seni Miami'ye göndeririz diye düşünüyorum."

"Nasıl bu kadar sakin olabiliyorsun?" diye sordum o yeniden gardıroba eğildiğinde. Bu sefer bana döndüğünde kaşları çatılmıştı. "Sakinlikten kastın ne?"

"Yani... ne bileyim, sanki gitsem hiç umurunda olmayacakmış, beni hiç özlemeyecekmişsin gibi davranıyorsun, farkında değil misin yoksa?"

"Kahretsin, elbette seni çok özleyeceğim. Ama orada güvende olacağını bildiğim için bu kadar rahatım." Sessiz kaldığımda yanıma yaklaşıp yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Lexi, şu an gereksiz yere duygusallaşıyorsun ve kuruntuların beynini ele geçirmesine izin veriyorsun, bunu yapma."

"Lanet hamilelik hormonları." diye mırıldandım ve Adler burnuma küçük bir öpücük kondurduğunda gülümsedim. "Miami'ye gider gitmez ilk işim bebeğimizi kontrol ettirmek olacak. Onun iyi olduğundan emin olmak istiyorum."

"İsabet olur." dedi birkaç bluzumu özenle bavula yerleştirirken. Kalktım ve ona yardımcı olmak için yanına gittim. Fırsat buldukça durup sarıldım, yüz hatlarını, bedenini doya doya izledim, onu defalarca kez öptüm. Çünkü uzun bir süre boyunca ayrı kalacağımızı, bu eylemlerin burnumda tüteceğini biliyordum. Adler'i deli gibi özleyeceğimi biliyordum.

⚡️⚡️⚡️

İlerleyen saatlerde Adler'in telefonundan annemle konuşmuştum, başta çok endişeliydi çünkü günlerdir telefonuma ulaşamadığını ve babamın da aramalarını cevaplandırmadığını söylemişti. Ben de mahcubiyetle telefonumun küçük bir talihsizlik sonucu kırıldığını -daha doğrusu una dönüşmüştü ama bunu nasıl açıklayabileceğimi bilmiyordum- söylemiştim, Adler yanımda kısık sesle gülerken. Sonra Miami'ye gelip yeni kocası Frank'le onu ziyaret etme planımdan bahsettim ve annem söylediklerimi mutluluk çığlıklarıyla karşıladı.

Telefonu kapattığımda, hem mutlu hem de hüzünlü hissediyordum, işlerin yarısından çoğu bitmişti bile ve gece yarısına yaklaşık on saat vardı.

Ayrılığımıza, yaklaşık on saat vardı.

Gözlerim havuzdayken, Adler Bay Koller'le hararetli bir şekilde konuşmaktaydı, sonunda gülümseyerek yanıma oturduğunda oldukça rahatlamış bir yüz ifadesiyle arkasına yaslandı. "Her şey tamam. Bay Koller jetini gönderecek, tam saat on ikide kararlaştırdığımız pistte olacak."

"Ne güzel," dedim, işaret parmağımı sertçe göğsüne bastırdığımda tek kaşını kaldırdı. Burukça gülümseyerek devam ettim. "Sonunda benden kurtuluyorsunuz, Bay Hartmann."

Bezgince nefesini bıraktı. "Lexi..."

Kollarını boynuna dolayıp güldüm. "Şaka yapıyorum." Sonra birden ağlamaya başladım ve o da sinirleri bozulmuş bir halde gülerek beni küçük öpücüklerle teselli etmeye çalıştı.

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin