Part Twenty Four- Confession

4.5K 259 21
                                    


Lexi'den;

Gözlerimi açar açmaz onunla karşılaşmış olmak... sanırım beni biraz ürkütmüş ve yakın derecede heyecanlandırmıştı. Aynı zamanda bayılma sebebimi hatırlayıp kalbime yeniden bir ağrı girmesine de sebep olmuştu.

Onun bir nişanlısı var.

Bu cümle bilmem kaçıncı defa beynimde yankılanınca gözlerim doldu, ama şu an karşısında ağlamayacaktım. Kaşlarımı çatarak dirseklerimin üzerinde doğrulmaya çalışırken, neredeyse ışıksız olan ortamda resmen parlayan ve kendisini belli eden buz mavisi gözlerine baktım. "Ne işin var senin burada?" diye tısladım sertçe.

Yattığım yere doğru birkaç adım attı. "Önce sen benim sorumu yanıtla Lexi. Az önce sana uyuyup uyumadığını sordum."

"Yaklaşma bana!" diye bağırdığımda durup yere çömeldi ve gözlerime baktı. "Tamam, yaklaşmıyorum. Şimdi cevap ver."

"Sana ne uyuyup uyumadığımdan, ruh hastası?" dediğimde kaşlarını çattı. Bakışları aniden sertleşmişti. "Sabrımı zorluyorsun küçük. Düzgün konuş benimle."

"Ne olacak sabrını zorlarsam? Bana daha kötü ne yapabilirsin ki sen?!" diye bağırdığımda atılıp büyük eliyle ağzımı kapattı. "Kes sesini!" diye tısladı ve hızla yüzümü inceleyip devam etti. "Saat gecenin kaçı, farkında mısın sen?! İnsanları uyandıracaksın!"

Ağzımı kapatan elini sertçe ısırdığımda dişlerinin arasından küfretti ve geri çekildi. Kendimi zorlayıp sırıttım. "Biraz daha bağırayım o zaman, nişanlın uyanıp da seni bu saatte burada, benim yanımda gördüğünde nasıl tepki verecek, beraber görürüz."

Kaşlarını çatabildiği kadar çatarak ve işaret parmağını tehdit edercesine sallayarak "Sakın öyle bir şeye kalkışma Lexi." dediğinde omuz silktim. "Ya şimdi odayı terk edersin ya da çığlığı basarım. Seçimini yap." dedim sesimi titretmemeye çalışarak. Başını geriye atıp ofladığında, gözlerim belirgin adem elmasının hemen altında yer alan bariz morluğa takıldı ve tırnaklarımı avuçlarıma batırırken yutkundum.

"Beni, benim mekanımdan mı kovuyorsun?" dedi bakışlarını yeniden bana çevirdiğinde. Dişlerimi sıktım ve "Evet, aynen öyle yapıyorum. Siktir ol git!" diye bağırdım. Çene kasları hareket halindeyken ellerini yumruk yaptı ve birkaç saniye bana öylece baktıktan sonra öfkeyle kapıyı açıp çıktı.

O gider gitmez gözyaşlarımı serbest bıraktım. Utanmaz herif, nişanlısıyla seviştikten sonra benim yanıma gelmişti. Amacı bana acı çektirmek miydi, anlamıyordum. Ayrıca, takıntılı bir şekilde sorduğu şeye de bir anlam verememiştim. Fazla derin olmasa da uykudaydım. Duyduğum sesinden dolayı uyandığımda da onu çıkmak üzereyken görmüştüm işte.

Ben uyurken ne söylediği veya ne sakladığı konusunda hiçbir fikrim yoktu ve umurumda da değildi. Şu anda düşündüğüm tek şey, o ve boynundaki morluktu. Dizlerimi kendime çekip bağıra bağıra ağlamamak için kolumu ısırdım ve olduğum yerde ileri geri sallanmaya başladım. Bu durum beni delirtecekti, hatta delirtmiş bile olabilirdi.

Dakikalar geçtiğinde, ağlamamı zorla durduktan sonra yeniden yattığım yere kıvrıldım ve onu, lanet yüzünü beynimden def etmeye çalışarak gözlerimi sıkıca kapatıp uyumayı bekledim.

⚡️⚡️⚡️

Yazardan;

Aniden ve bugün içinde yüzüncü defa "Kızım nerede diyorum size?!" diye kükreyen David Brooks, odadaki herkesi irkiltmeyi başarmıştı. "Efendim, emin olun tüm imkanlarımızı devreye soktuk. Herhangi bir şey öğrendiğimiz anda sizi bilgilendireceğiz."

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin