Part Fourty Nine- Cairo

3.6K 200 175
                                    


Adler'in kadife sesiyle, daha güneş gelmeden uyandım. "Hadi bebeğim, gidiyoruz." diye fısıldadı yanımda, sıcak nefesi yüzüme çarpınca gülümsedim. Gözlerimi açmadan başımı salladım, olduğum yerde kıpırdanıp vücudumu kalkmaya zorladım ama başarılı olduğum söylenemezdi. Adler gülerek beni kucağına aldığında uykulu bir sesle mırıldandım. "Teşekkürler. Sanırım buna bayıldığımı itiraf edeceğim. Sırf beni kucaklaman için sürekli olmadık yerlerde uyuyakalabilirim."

"Harika. Ben de kucağıma çok alışmandan ve yetmiş yaşına kadar her gün seni bir yerlere taşımaktan korktuğumu itiraf edebilirim o zaman." dediğinde gözlerimi açıp kocaman gülümsedim, aniden mutlu olmuştum. "Yetmiş yaşına kadar benimle olacaksın yani?"

Pırıl pırıl bir gülümseme eşliğinde "Beni istediğin sürece yanında olacağım." dediğinde alt dudağımı ısırıp bir sevinç çığlığı atmamak için kendimi zorladım. Evet, saat gecenin dördü olabilirdi, sıcak, konforlu ve buram buram Adler kokan yataktan ayrılmış olabilirdim ama şu an aşktan öte duygular beslediğim adam, bana uzun yıllar boyu yanımda olacağını söylüyordu. "Elbette seni sonsuza dek yanımda istiyorum." dedim mutluluk dolu bir sesle.

Gözlerime bakıp güldü, ardından adımlarını hızlandırdı. Dışarı çıktığımızı sadece soğuk havanın yüzümü yalamasından anlamıştım, çünkü dikkatim tamamen Adler'in mükemmel yüzündeydi. Onu izlemeye doyamıyordum.

Josh'un sesini duyunca Adler'in kollarının arasında kıpırdandım. Bay Koller'le birlikte jet uçağının yanında sohbet ediyorlardı. El kol hareketlerine bakılırsa birkaç saat öncesine göre oldukça iyi görünüyordu, sevinmiştim. Adler'in kucağından inince Bay Koller'le göz göze geldim. "Çok yakışıyorsunuz." dedi beyaz saçlarını arkaya doğru atarken. Suratında kibar bir gülümseme vardı, ben de gülümseyerek karşılık verdim.

Sonra Adler'e döndü. "Her şey hazır, oğlum. Silahları ve gerekli teçhizatı jete yüklettim. Sadece binip gitme işi kalıyor size."

"Teşekkürler Bay Koller." dedi Adler. Birkaç saniye bakıştılar, ardından neredeyse aynı anda öne atılıp sarıldılar. "Kendine iyi bak oğlum." diye fısıldadı Bay Koller. "Sana, Lexi'ye ve Josh'a bir zarar gelmesine izin verme."

"Uğraşacağım." dedi Adler, yüzünde hâlâ endişe kırıntıları mevcuttu. Bu endişenin de benim yüzümden olduğunu biliyordum. Adler, kendisinden çok beni düşünüyordu bu konuda.

Ayrıldıklarında Bay Koller Josh'a da sarıldı ve ona bir şeyler fısıldadıktan sonra son kez sırtını okşayıp bana döndü. Gözlerime şefkatle bakıp elini uzattığında derin bir nefes aldım, Adler cesaret verircesine başını salladığında da Bay Koller'le kısaca tokalaştım. "Adler'in sözünden çıkma, Lexi. Endişesini mazur gör, sonuçta bu oldukça tehlikeli bir görev ve o, sadece senin iyiliğini düşünüyor."

"Haklısınız." diye mırıldandığımda Adler'le göz göze geldim, yakışıklı yüzünde hafiften küstah bir gülümseme vardı. Sanki 'Bak, herkes benimle aynı fikirde işte,' der gibiydi. Ayrıca şu an kalmak istesem asla karşı çıkmayacağını, hatta bu kararımdan çok memnun kalacağını biliyordum. Yüzümde en ufak bir tereddüt görse konuşacaktı sanki. O yüzden, fikrimde hâlâ kararlı olduğumu belirtmek için sırtımı dikleştirdim ve en cesur gülümsememi takındım. "Hadi beyler, ne duruyoruz? Gidip Mısır'ı fethedelim!"

⚡️⚡️⚡️

Yazardan;

Christopher Anderson, beyaz bir hastane odasında, ağrı kesicilere rağmen vücudunun istisnasız tüm kısımlarında keskin sızılar hissederek uyanmıştı. Ayağında bir alçı, boynunda boyunluk olduğunu fark edince dehşete düştü. Başucunda bir doktor ve bir de polis memuru vardı. "Merhaba, Bay Anderson." dedi memur, yüzü soğuk ve ifadesizdi. "Size neler olduğunu sorabilir miyim?" Christopher, morarıp şişerek görüşünü engelleyen gözlerinin el verdiği ölçüde ona bakıp iç çekti. Tabiri caizse, kendini ölümden dönmüş gibi hissediyordu. Neler olduğunu tam olarak hatırlamak için hızla zihnini yokladı.

the AGENTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin